Siyaha çalan koyu mavi gök kubbenin altında otururken ne kadar da küçük ve aciz olduğumuzu düşünüyordum. Bu koskoca evrende küçük bir yer kaplarken içimizdeki bu kibir ve gurur ne içindi? Yeryüzündeki bu kadar acı ne içindi acaba? Bu ağıtlar, bu yakarışlar, bu savaşlar, bu ölümler ne içindi? Oysa hepimiz bir gün tekrar toprağa geri dönmeyecek miydik? Birbirimize karşı duyduğumuz öfke ve üstünlük kurma çabalarından varoluş sebebimizi unutmuş gibiydik. Tüm bu kirli insanların arasında tüm bu iç sıkıntıların içinde gökyüzüne bakmak, yıldızları seyre dalmak ne kadar da büyük bir lükstü.
Bu sonsuz maviliğe sahip olduğumuz için şükretmeliydik. Kalbi küflenmiş, kararmış o insanların bu sonsuzluğa erişemediği için, bu güzelliğin farkında olmadıkları için şükretmeliydik. Aksi takdir de yeryüzünde yaptıkları yıkımı gökyüzünde de yapmaya başlarlarsa bu maviliğe hasret kalırsak ne yapardık?
Bu düşünceler beni Nazım'ın cezaevinde yazdığı ' Bugün Pazar' şiirine götürmüştü. Belki de gökyüzünü, güneşi kaybettikten sonra bulmayı en güzel bu şiir anlatıyordu.
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
Bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...Bu şiir beni uzaklara bir cezaevinin duvarına yaslanıp gökyüzünü izlemeye götürmüştü.
''Öyle semaya dalmış ne düşünüyorsun?''
Ablamın balkona geldiğini işitince düşüncelerimi toparlayıp ona baktım. ''Bilmem, öyle dalmışım'' Şimdi ablama düşüncelerimi anlatacak, onları birileriyle paylaşacak kadar güçlü hissetmiyordum.
Yanıma gelip oturduğunda o da benim gibi gökyüzünü çevirmişti bakışlarını. Bir süre ikimizde sessizce izlemiştik bu sonsuz gibi görünen semayı.
''Biliyor musun Nazlı? Peygamber efendimiz (s.a.v.) sevinince toprağa, üzülünce gökyüzüne bakarmış. Çünkü yerde tevazu, gökte ferahlık vardır.''
Bu sözler ardından ne söyleyeceğimi bilememiştim ama kalbime bir an ferahlık gelmiş, yüzümde bir tebessüm oluşmuştu.
''Eğer hala sabah olanlar için kendini suçluyorsan ve bunun için üzülüyorsan yapma. Bak Allah'ın izniyle ikinize de bir şey olmadı.''
Market çıkışı atlattığımız kazayı ablama anlatmıştım. Zaten ben daha bir şey demeden ablam yüzümden ters bir şeyler olduğunu anlamıştı. Yaşanılanları suçunu bilen bir kız çocuğu gibi anlattığım da bana kızmasını bekliyordum ama o kızmayı bırakın ağzından tek bir kötü kelime, yüzünde tek bir öfke belirtisi olmamıştı. Sadece endişe ve bize bir şey olmadığı için rahatlama vardı. Tüm bu olanlar ise ablama bir kez daha hayran olmama yetmişti. Çünkü ablamın yerinde ben olsaydım sinirden elim ayağım titrer, ağzımdan çıkacak kelimelerin muhakemesini yapmazdım.
'' Çok şükür olmadı abla ama daha dikkatli olsaydım böyle bir şey olmazdı. Bir de...''
''Bir de ne?''
Aklıma o adamlar gelmişti. Onlara da haksızlık yaptığımın farkındaydım. Bu yüzden kendimi suçlama oranım biraz daha fazlalaşıyordu. Fakat o kendini beğenmiş adamın son sözlerini hatırlayınca yine sinirlerim tepeme çıkıyor, o ukala adama söylemek için birçok kelime birikiyordu dilime. Kurduğu cümlelerde haklı olabilirdi ama o kadar küstah, kendini beğenmiş bir yapısı vardı ki kendimi ona karşı suçluymuş gibi görmem uzun sürmüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tevekkül-ü Aşk
Espiritual-TAMAMLANDI- Tevekkül, yalnızca Allah'a olandır. Bir tek O'na teslim olmak ve bir tek O'ndan beklemek her şeyi. Bunun bilincin de olan bu iki insan da Allah'ın onlara nasip ettiğinden öteye gidemeyeceklerdi. Çünkü aşk, ansızın kapıyı çalıp yavaşça...