27- Akıl ve Kalp

4.6K 413 15
                                    


Selamün aleyküm arkadaşlar, öncelikle geçmiş bayramınız mübarek olsun. Umarım hayırlı, güzel bir bayram geçirmişsinizdir. Bölüm biraz kısa ama inşaAllah sizi çok fazla bekletmeden yeni bölümü yazacağım. Allah'a emanet olun.. 


Salih bey anlattıkça Yusuf'un çenesi biraz daha kasılıyor, her kelimenin ardından bir öncekine oranla daha fazla öfkeleniyordu. Bir hafta öncesinde aldığı o tehdit notunu gönderenleri araştırtan Salih bey bulduklarını Yusuf'a anlatıyordu ama ne anlattıklarından kendi memnundu ne de bunları dinleyen Yusuf.

Bu adamlarda her türlü pislik vardı. Kaçakçılık, dolandırıcılık, yolsuzluk gibi uzayan bir liste almış başını giderken en kötü tarafı da adamların bunları yaparken her işten kolayca sıyrılmalarıydı. Resmi kayıtlarda birçok işte isimleri geçmesine rağmen hepsinden paçayı bir şekilde kurtarıp yaptıkları bu uygunsuz işleri kılıfına uydurmuş devam ediyorlardı.

"Yusuf bu adamlar hiç tekin değiller. Ahmet ağam ile İsmail ağama haber verip ardından polise haber verelim."

Salih beyin sözleri üzerine Yusuf kısa bir an sessiz kalsa da ardından hemen konuşmuştu.

"Daha kimseye haber vermeyeceğiz Salih abi" deyip sözlerine devam etti. " Öncelikle bu arsa adamlar için neden bu kadar önemli onu bulalım. Bizim Mert'in Ankara'da eli kolu uzundur, onu arayıp durumu anlatalım o da bir araştırıp soruştursun. Durum iyice netleşene kadar da kimseye bir şey anlatmayacağız."

Son cümlesinin üzerine bastırarak konuşunca Salih beyin içi hiç rahat etmese de durumu kabullenmişti.

Yusuf sıkıntılı bir nefes bırakırken eliyle de burun kemerini sıkmış ve kafasını biraz geriye atmıştı. Bir sıra öylece dursa da ne yapacağını bilememenin vermiş olduğu durumla gözlerini terasta gelişigüzel gezdirmeye başladığı vakit bakışları o cazgır kızda takılı kalmıştı.

Nurgül hocaya elini kolunu, mimiklerini kullanarak bir şeyler anlatırken Yusuf gülmemek için kendini tutmuştu. Nurgül hocanın söylediği her kelimenin ardından yüzünde öyle değişik ifadeler oluşuyordu ki bunları tarif bile edemiyordu. Onu öyle seyretmeye dalmışken aklından 'sevimli' diye geçirmişti. Tabii hemen ardından Nazlı'nın o mızmız, huysuz halleri aklına düşünce bundan hemen vazgeçmişti.

"Buraya ilk geldiğinde de böyle hayran hayran gökyüzünü izlemişti."

Yusuf bakışlarını Nazlı'dan hızla çekip Salih beye döndüğünde kaşlarını hafifçe çatarak "İlk geldiği zaman?" diyerek bu durumu sorgulamıştı. Salih bey de Nazlı ve babası Faruk beyi kahvaltı için buraya getirdiklerini ve araya birkaç bilgiyi daha serpiştirerek anlatıvermiş ve sözlerini şu şekilde bitirmişti.

"Gökyüzün de bizim görmediğimiz bir şeyi görüyormuş gibi bakıyordu."

Yusuf bu kadının temenni tepesinde de, dün salıncakta sallanırken de gökyüzüne nasıl baktığını hatırlayınca Salih beyin sözlerini onaylarca tebessüm etti. Bu çocuk ruhlu kadın o kahverengi gözleriyle gökyüzünü sahiplenircesine kucaklıyordu. Sanki gökyüzü onun sığınaymış, eviymiş gibi dalıp gidiyordu.

O kadın gökyüzüne hayran hayran bakarken Yusuf kalbimin neden bu denli hızlı attığını biliyordu. Kalbi çoktan tüm savunmasını indirip kapılarını bu kadını davet etmek için açmış bekliyordu. Fakat aklı bu durumu biraz zorlaştırıyor ve kalbimden kopup gelecek o kelimeleri söylemeye engel oluyordu. Bir türlü aklının sesini tam olarak kısamadığı için kalbinin bekleyişini biraz daha öteliyordu. Oysa açsaydı ağzını bir kez, dökülseydi o kelimeler önce kendine sonra Nazlı'ya belki de her şey çok daha kolay olacaktı ama işte o mantık dediği şeyi bir türlü yenemiyordu.

Nazlı'nın bu çocuksu hallerini, mızmızlığını, huysuzluğunu hatta cazgırlığını, kalbi çoktan benimsemiş, sevmişti ama aklı bunların her birini aşılması gereken bir sorun olarak gördüğü için o adımı atamıyordu. Kalbi ince ince bu kadını her yere işlerken bakalım o daha ne kadar mantığını dinlemeyecekti. Belki de onun mantık dediği şey baştan başa yanlıştı. Belki de o aklıyla hareket ettiğini düşünürken bir nevi bu kadının aşkının yapacaklarından korktuğu için bir savunma mekanizmasıydı bu. Her şey bu kadar belirsizken tek gerçek bu kadına aşık olmuştu.

***

Yusuf Salih beyle konuşmasından sonra ustasının yanına sahaf dükkanına gelmiş, ortalığı temizlemeye çoktan koyulmuştu. Rafların tozunu almış, kitapları düzenlemiş, yerleri silmeye koyulacağı vakitte ustasının sesiyle ona dönmüştü.

"Gel oğul, çay hazır."

Elindeki paspası kullanamadan kitap rafına yaslayıp ustasının karşısındaki tabureyi çekip oturduktan sonra çaylarını yudumlamaya başlamışlardı. Bir süre öylece muhabbet ederken Yusuf'un bir anda sorduğu soruyla ikisi de duraklamıştı. Mustafa amca böyle bir soruyu beklemediği için duraklarken, Yusuf ise bu soruyu hiç düşünmeden bir anda ağzından çıktığı için şaşırdığından duraksamıştı.

"Ustam bir insan aklı ile kalbi arasında kalıyorsa hangisini seçmeli?"

Mustafa usta çayından bir yudum çektikten sonra düşünceli bir şekilde bakışlarını bir nokta da sabitlemiş ve Yusuf'un bir insan dediği kişinin aslında kendisi olduğunu ve hangi konuda aklı ile kalbi arasında kaldığını çok iyi anlamıştı. Ne de olsa yıllardır bu çocuk onun yanında büyümüştü ve son günlerdeki değişiminin nedenini sorduğu sorularla anlayabiliyordu.

" Akıl ve kalp iki ayrı varlıktır ama onları birbirinden ayrı düşünmek imkansız. Ezelden beri hep bu ikisini düşman bellerler, arasında bir seçim yapmaya kalkışırlar. Aklı seçen kalbin çırpınışını görmez, kalbi seçen aklın seslenişini işitmez. Oysa kalp, akıl için bir sırrı kadimdir. Birini ötekine tercih etmeden basamak yapıp ilerlemek gerekir. Mesela akıl biz insanları insan yapan varlıktır. Akıl bize yol gösterir, birçok kapının açılmasını sağlar, bilgiye ulaşmamızda yardımcı olur. Mesnevide 'Cana gıda, aklın nurudur.' der. Ee bundandır ki gidebileceği yere kadar aklı kullanmak gerek ama aklın kaldığı nokta da devreye kalp girmelidir. Akıl dünyayı anlamda yardımcı olur ama kalbi hisleri anlamada, derinliklere inmede yarı yolda bırakır insanı. Kalp aklın göremediklerini de görür ve tüm bedeninde hissettirir onu sana."

Mustafa ustanın sözlerini büyük bir dikkatle dinleyen Yusuf her sözden bir anlam çıkarmaya çalışıp kendi yolunu bulmaya çalışıyordu.

"Yani Anlayacağın Yusuf efendi akıl ve kalp birbirine bağlı bir düğümdür. Onları birbirinden ayırıp tek taraflı karar verirsen oğul ya pişmanlık peşini bırakmaz ya da keder."

Yusuf birbirinden ayrı olan bu iki varlıkla nasıl bir karar vereceğini düşünedururken soru sorma sırası ustasına geçmişti.

"Şimdi söyle bana oğul seni aklın ile kalbin arasına koyan güzel kimdir?"

Yusuf, ustasının sorusuyla şaşkınca ona doğru bakarken ağzımdan tek bir kelam dahi dökülmüyordu. Mustafa usta ise Yusuf'un şaşkınlığı karşısında hafifçe tebessüm ediyordu. Yusuf nihayet kendini toparlarken "Usta sen nereden...?" diye bir cümleye başlamış ama sonunu bile getirememişti.

"Senin pervane gibi ateşe meftun olup kanat çırptığını anlamayacağımı mı sandın?"

Yusuf'tan herhangi bir söz çıkmazken Mustafa usta tekrardan konuşmuştu.

"Bu kız kim bilmiyorum. Belli ki sende söylemek istemiyorsun. Seni zorlamayacağım oğul ama şunu unutma bu dünya da kalbini çarptıracak birini bulmak çok zor. Eğer onu bulduysan bırakma. Çünkü hiçbir aşk kolay değildir. Aşk çetin bir sınavdır ama bir o kadar da değerlidir. Onu kaybetme Yusuf'um." 

Tevekkül-ü AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin