22- Münazara

4.3K 409 7
                                    


Öğretmenler zili çalınca oturduğum yerden kalkıp müdür yardımcısının derse gitmeye niyetli olmayan öğretmenlere zilin çaldığını hatırlatmasını beklemeden çoktan sınıfıma gitmeye koyulmuştum. Gerçi zil çalar çalmaz sınıfa gitmemden çocuklar pek hoşnut değildi ama yapacak bir şey yoktu.

Kendi sınıfımın kapısından içeriye girdiğim de sesler yavaş yavaş kesilip yerini sessizliğe bırakmıştı.

"Nasılsınız gençler?"

"İyi", "İdare eder", "siz?" bu ve benzeri cümleler duyulurken sınıftan, karşılık vermiş ve tekrardan sınıfı sessiz olması için susturmuştum.

"Münazara takımı hazır mı bakalım?"

Altı kişinin üstünde tek tek bakışlarımı gezdirirken başlar aşağı yukarı sallamıştı.

"Bu ilk saatte ders işleyeceğiz, son saatte de münazarayı yapalım. Teneffüste tahtanın önüne sıraları, masaları hazırlarsınız." deyip çarşamba günü kaldığım yerden anlatmaya başlamıştım.

Tanzimat Dönemin şiir özelliklerini anlatıp, daha sonra da çocuklardan divan edebiyatı ile karşılaştırma yapmalarını istemiştim. Zevkli geçen bir dersin ardından nihayet diğer ders başlamıştı.

Tahtanın önüne karşılıklı dizilmiş sıralara oturmuş öğrencilerimin, önlerindeki masa da duran kağıtları hazırlanmış oldukları hissiyatını vermişti. Bu his ise beni oldukça mutlu etmişti.

"Öncellikle her iki grupta birbirinin sözünü bitine kadar dinleyip, saygı çerçevesi içerisinde karşı tezini savunacak. Herhangi bir taşkınlık istemiyorum. Anlaşıldı mı?"

Bu küçük uyarımı anladıklarına dair onaylarını alınca sınıfa dönüp "Münazara başkanı olmak isteyen var mı?" diye sormuştum. Aralarından istekli çıkmayınca da başkanlık görevi bana kalmıştı.

İlk hangi grubun başlayacağı konusunda yazı tura atmıştım. İlk başlayan grup Kerem ve arkadaşları olurken, 'sanat toplum içindir.' görüşünü savunmak için tutuğum sürede konuşmaya başlamışlardı.

Onlar kendi tezlerini sırasıyla verilen sürede savunduktan sonra sıra diğer gruba geçmişti. İkinci grupta karşı tarafın tezlerine karşılık zıt cevaplar vererek 'sanat sanat içindir' görüşünü savunmuşlardı. Her iki grubu da veriler sürelerde dinledikten sonra sıra son hamleye gelmişti.

"Evet şimdi de son olarak aranızda başkan seçtiğiniz kişi söylediklerinizi toparlayıp aktarsın."

Bunun üzerine Kadir kalkmış ve son konuşmasını şu şekilde yapmıştı.

"Sanat toplum içindir. Toplumdan uzak bir sanat düşünülemez. Sanat halk tarafından anlaşılıp, halka faydalı olmalıdır. Sanatçı halkın sorununa dikkat çekmeli, o dönemin nabzını dinlemelidir. Bunu yaparken de kelime oyunlarına girmeden, halkın anlayacağı bir dilde yapmalıdır. Çünkü sanatçı, toplumun yararına yaptığı eserlerle halkı bilinçlendirip, önemli mesajlar verebilir. Aksi halde kimseye bir katkısı olmayan, anlaşılmayan eserlerin toplum için bir anlamı yoktur. Bu yüzden üretilen eserler toplum için olmalıdır."

Kadir savundukları konuyu kısaca özetlediğinde sıra diğer gruba geldi. Bu gruptan da son konuşmayı yapmak için Alperen ayağa kalktığında dikkatlice onu dinledik.

"Sanat ancak sanat için olabilir. Aksi halde eser üretene sanatçı yerine tüccar, eserine de ticari bir nesne olarak bakmak gerekir. Çünkü böyle eserler birilerinin veyahut toplumun isteği doğrultusunda oluşturulmuş şeylerdir. Oysa sanatta derin bir anlam, ruhsal bir dokunuş olmalıdır. Herkesin anlayabileceği dilden ziyade sanatın estetik bir dili vardır. İnsanlar sanatçının ne dediğini, ne çizdiğini anlamasalar bile o eserin gizini görebilirler. Ve bir sanatta önemli olan şey toplumun anlayabileceği seviyeye indirmekten çok o eserin sende uyandırdığı derin duygulardır. İşte tam da bu yüzden sanat ancak sanat için yapılabilir."

Her ikisinin de vermiş olduğu cevapları birkaç eksiklik dışında oldukça beğenmiştim. Sessizce bekleyen sınıfın da bu münazaradan keyif aldıklarını gözlerindeki ışıltıdan görebiliyordum.

"Gençler birbiriniz boğazına sarılmadan da gayet güzel fikirlerinizi savunabiliyormuşsunuz bakın."

Bunu sınıfın duymayacağı şekilde sadece münazara grubundakilere söyleyip sınıfa dönmüştüm.

"Bu münazaranın jüri üyeleri sizdiniz."

Sınıfa doğru konuştuğum da bakışlar teker teker beni bulurken konuşmama devam ettim.

" Bu yüzden münazaranın birincisini de sizler seçeceksiniz. O yüzden şimdi bir oylama yapalım."

Normalde münazara birincileri bu şekilde tabii ki seçilmiyordu ama elimizdeki imkanlar böyleydi. Hem sınıfı da işin içine katmak istediğimden böyle bir yol bana daha mantıklı gelmişti.

Oylamalar yapıldığında her iki grupta 11' e 11 oy almıştı.

Bunun üzerine yarışmacı öğrencilerime dönüp "Anlaşılan iki grupta kazandı." dedim.

Sınıftan onaylayan sesler ve alkışlar yükselmişken Ali ile Kerem böyle bir şeyi kabul etmediklerini, tek bir birincinin olacağını söylerken onların itirazlarını kabul etmemiştim. Zaten onlardan başka da bu duruma itiraz eden kimse olmamıştı. Bütün sınıfı susturduğum da zilin çalmasına da az bir vakit kalmıştı. Bu yüzden vermek istediğim mesajı çocuklara aktardım.

" Bazen, bazı durumlarda savunduğumuz konuların, olayların tek gerçek olduğunu düşünürüz ama bizim doğrularımız en doğru olmayabilir. Veyahut bizim baktığımız pencere ile karşımızdaki kişinin baktığı pencere farklı olabilir. Sırf farklı pencerelerden bakıyoruz diye karşımızdakinin söylediklerini yok sayamayız. Bir olay karşısında farklı tutumlar gösterdiği için onu suçlayamayız. Yapmanız gereken şey karşınızdaki kişinin ne söylediğini dinleyip, onu anlamaya çalışmak. Bu demek değil ki sen kendi doğrularını kenara at, karşındaki kişi gibi düşün. Hayır. Senin kendi doğrularının sağlam güvencesi varsa sonuna kadar onların arkasında dur, ama farklı düşünen birini de sırf senin gibi düşünmediği için yargılama."

Bu sözleri söylememdeki en büyük etken Ali ve Kerem'in diğer öğretmenlerden öğrendiğim dostluğuydu. Zamanında yedikleri içtikleri ayrı olmayan bu iki gencin arasında ne olduysa araları açılmış, buldukları her fırsatta birbirlerine sataşır olmuşlar. Neden bu hale geldiklerini bilmesem de bu sözleri söyleme ihtiyacı hissetmiştim.

"Şimdi siz haklı olarak diyorsunuz ki hocam bu söylediklerinizin münazara ile ne ilgisi var?"

Bunun üzerine birkaç kafa sallama hareketi görünce konuşmaya devam ettim.

"Belki de gerçekten hiçbir alakası yoktur. Ama önemli olan sözlerimin sizin düşünceleriniz üzerindeki etkisi. Önemli olan sizlerin farklılıklara ne kadar tahammül edebildiğiniz. Ve en önemlisi de karşınızda hatalı olarak gördüğünüz kişinin penceresinden kendinize bakmanız. Oradan kendinize baktığınızda nasıl görünüyorsunuz? Lütfen bu söylediklerimi unutmayın ve ayrı düştüğünüz, anlaşmazlık yaşadığınız, yumruk yumruğa geldiğiniz o kişinin, arkadaşınızın, dostunuzun, o her kimse onun penceresinden olaylara bakıp, onu dinlemek için bir şans daha verin."

Sözlerimin doğru yere ulaştığını Kerem ve Ali'nin birbirlerine attıkları bakıştan anlayabiliyordum. Hata yapmaya oldukça meyilli olan bu gençlerin hatalarından ders çıkartıp, birbirlerine açtıkları yaraları birlikte sarmalarını istiyordum. Onlara yüzümde oluşan memnun bir ifade ile bakarken zil çalmış ve bütün sınıf boşalmıştı. Bende tahtanın önüne getirdikleri masaları ve sırları yerlerine yerleştirip başarmış olmanın verdiği haklı gururla eve döndüm. 

Tevekkül-ü AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin