Havaalanındaki bekleme salonunda kendime çektiğim dizlerime yasladığım başım ve bacaklarıma sardığım kollarım ile yalnızlığın ve dahi çaresizliğin özenle çizilmiş portresi gibi duruyorum. Yanağımı dizimde gezdirip gözlerimi kapatıyorum ve ellerimi birbirine kenetliyorum boş bulunup saçlarımı yolmamak için. Çünkü Leyla, hayatımda olmasını istediğim tek adam Kuzey ne demek. Ne demek Leyla!
Gerçekten çığlık ata ata koşasım var şuralarda. Gözümün önünde inip kalkan kaçıncı uçak sayamıyorum ama hepsinin peşinden koşmak istiyorum.
Koşsam açılır mıyım? Ya da antrenman?
Başımı yeniden dizime yaslayıp iki yana sallıyorum.
Koşmak ya da bir iki yumrukla içimden atamayacağım bir öfke var içimde. İnsan kendine olan öfkesinden öyle kolayca sıyrılamıyor.
Zamanında Ali Kemal'e kızarken ya da ismi lazım değil bir şerefsize kızarken her şey iyiydi. Öfkemi yönetebiliyordum. Tek başıma yapamasam da Kuzey'in de desteğiyle başladığım boks, bu konuda bana epey yardımcı oluyordu. Ama şimdi, içimde vücut bulan bütün öfke kıvılcımları kulağıma kendi ismimi fısıldarken asla yönetemiyorum onu. Başa çıkamıyorum.Ne öfkemle, ne de yüzüme bakarken göz bebeklerine oturan o hüzün ve asıl hayal kırıklığı ile. Hiçbir şeyle başa çıkamıyorum.
Böyle anlarda, o kadar ihtiyaç duyuyorum ki Kuzey'e. Şu son birkaç saattir o kadar hissediyorum mu eksikliğini. Ama vaktin sabaha yanaştığı şu aralarda adamı arayıp da derde salmanın hiçbir manası olmadığından tutuyorum kendimi. Yine de biliyorum o kocaman gövdesine sığınsam saçlarımın arasına bırakacağı birkaç öpücükle hiçbir derdim tasam yokmuş gibi uyurum oracıkta. Rahatlarım. Ah Kuzey.
Ne ah Kuzey. Asıl ah Leyla. Ah kafana tüküreyim senin Leyla.
O son cümle olmasaydı aslında, yaptığımın yanlış olduğunu düşündürecek hiçbir şey yoktu bana. Çünkü Ali Kemal, benim ne yaşadığımı ucundan kıyısından öğrense, kendini suçlar biliyorum. Halbuki ben suçlamıyorum Onu. Evet O gitti. O açtı yollarımı. Evet Onun enkazının üstünde tepinme ihtiyacı soktu beni o yola. Ama sonuçta o adımı atan da, o yolları yürüyen de bendim. Benim özgür iradem, benim kararlarım. Kuzey'in de Alaz'ın da bütün uyarılarına kulaklarımı tıkayıp nefes nefese o yolda koşan bendim, Ali Kemal değil. Kendi kararımın sonuçlarını yaşadım. Şimdi bilmem kaç yıl sonra Ali Kemal'e çıkıp da senden sonrası tufandı desem, O yer bitirir kendini biliyorum.
Yemesin. Baş edilmesi kolay şeyler değildi yaşadıklarım. O üzülmesin. Kızarsa, öfkelenirse içi daha çabuk soğur. Üzülürse, üzülürüm.
Zaten o çok sevdiği dağlarını bıraktırmışlar, göndermişler metropolün göbeğine. Ne yaşadığını bilmesem de, görevden el çektirmenin öyle kolay kolay yapılmayacağını biliyorum. Ben de yazıyorum o raporları. Ağır şeyler yaşadığını biliyorum. Omzuna bir de beni yüklenmesin istiyorum. Başka bir derdim yok.
Düşüncelerimi Ali Kemal'den uzaklaştırıp üstümdeki montun cebine elimi atıyorum ve saatin dörde geldiğini görüyorum. Oturduğum yerde bacaklarımı uzatıp bedenimi geriye doğru esnetiyorum ve vücudumda dolaşan kan ile tutulan yerlerimin farkına varıyorum. Saatlerdir burada oturduğun içindir o. Biliyorum. Kendime eziyet çektiresim olmadığından kalkıp birkaç adım atıyorum ve adımlarım beni o kocaman pencerelerin yanına götürüyor. Sağ tarafımı pencereye yasladığım sırada yapılan anons, son birkaç saattir ilk defa yüzümü güldürüyor. Milano uçağının inişe hazırlandığını öğrenince adımlarım ilk önce lavaboların olduğu yere varıyor. Hızlıca yüzümü yıkayıp topuzumdan kurtulan birkaç bukleyi geri topuzun içine sıkıştırıyorum ve hızlı adımlarım inen yolcu alanına yöneliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leyla'ya Kadar
General FictionKim olduğunu görmek için yüzüne bakmak istediğim adamın ilk önce dudakları giriyor görüş açıma ve halinden memnun, gördüklerinden keyif alan bir gülümseme ile karşılaşıyorum. Bakışlarım dudaklarından sıyrılıp gözlerine tırmandığında kısa bir an duru...