Sena Şener ~ Teni Tenime
Saat yediyi biraz geçiyor herhalde. Yıllarca her birine tüneyip onlarca kahve içtiğim binanın başka bir pencere pervazında, elimdeki plastik su şişesi ile dururken, denizin üzerinden yükselen güneş, bana saatin yediyi biraz geçtiğini düşündürüyor.
40 saat demek bu.
Hala uyanmadı.
Son sekiz saat demek.
Şu son sekiz saatte kendiliğinden uyanırsa, mevzuyu en az hasarla atlatırız demek. Uyansa keşke. Uyanmıyor.
Gün geceye evriliyor. Gece bitiyor, güneş doğuyor. Bir yerlerde yeni bebekler doğuyor ve bazı evlerden insanlar eksiliyor. Benim hayatım öylece duruyor. Günlerden ne, ayın kaçı. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Kuzey'in en sevdiği aya, Bahar'ın en güzel zamanı dediği nisan ayına henüz girmediğimiz. Kuzey'in baharının en güzel ayına, Kuzey ile girmeyeceksek, herhangi bir şeyin çok da umrumda olmadığı bir de.
Pencerenin geniş pervazında, bir hareket olduğunu fark ediyorum ve gözlerimi her zaman içimi kıpırdatsa da şu an umursamadığım manzaradan çekiyorum. Ona baktığımı fark edince elindeki kutunun kapağını aralayıp bana uzatıyor Hazar. Kutunun içinde sıra sıra dizilmiş börekleri gördüğümde ve burnuma dolan kokunun ne olduğunu anladığımda genzime oturan yumrudan kurtulabilmek için ard arda yutkunuyorum. "Herkes burada perişan oldu. Kimsenin aklına gelmeyince eve gidip yapıverdim. Sen seviyorsun diye içine patates de rendeledim biraz."
Gözlerim sadece bir anlığına kapanıyor. Ben değil. Ali Kemal seviyor. Kıymalı böreğin içindeki azıcık patatesi Ali Kemal arıyor. "Karabiber de koydun mu?"
Hazar hevesli bir şekilde arka arkaya başını sallıyor. Yetinmiyor, kutunun içinden bir tane alıp bana uzatıyor. Burnuma dolan koku iyice yaklaşınca gözlerimi bir kez daha kapatıyorum ama bu bir öncekine göre daha uzun sürüyor. "Boşuna üzülüyorsunuz. 3 Nisan'da mahkeme var. Kuzey ağabeyin o salonda olma hevesini hepimiz biliyoruz bence. Hiçbir şey için değilse bile, o orospu çocuğunun aldığı cezayı kendi gözüyle görmek için uyanacağını biliyorum ben."
Hazar'ın elindeki börekten çektiğim gözlerim ok gibi onunkilere saplanıyor. Unuttun Leyla. Farkında bile değilsin. Sahiden Erkut'u öyle bir unuttum, hayatımdan öyle bir çıkardım ki, ne dört ay sonraya ertelenen karar duruşması kalmış aklımda, ne Babür'ün Erkut'a yaptığı şey. Hazar böyle çakmak çakmak bakarken bana ağzımı açıp bir şey demem gerektiğini biliyorum bilmesine ama herhangi bir şey söyleyemiyorum.
Hazar bana uzattığı böreği almamı beklemeden ısırıyor ve öylece ona baktığımı fark edince kutudan bir tane daha çıkarıyor. "Sıcak hala. Ye bence." Yıllar sonra, yıllarca ağzına kıymalı börek koymayan ben değilmişim gibi, o gün o bahçeye sırf Ali Kemal öyle seviyor diye patates de eklediğim kıymalı börekleri ben gömmemişim gibi, Hazar'ı bunca zaman bu mevzuda yalnız bırakışımın kefareti olarak alıyorum böreği. Hazar gözleriyle aramızda duran termosu işaret ediyor. "Çay da vereyim mi?"
Sabah mı akşam mı, en son ne zaman ne yedim bilmediğimden ve zaten midem asla hiçbir şeyi kabul etmediğinden battı balık da yan gidiversin diye ağzımda büyüyen lokmayı görmezden gelerek gözlerimi açıp kapatıyorum. Hazar dişlerinin arasına sıkıştırdığı böreğin ardından ellerini birbirine vurarak silkeliyor ve karton bardaklardan birine demli bir çay koyuyor. "Ali Kemal'i gördün mü? O sever asıl bu böreği."
Bir yandan böreği yerken bir yandan da olabildiğince Erkut'tan uzak tutmaya çalışıyorum muhabbeti. Hazar bana bardağı uzatırken dudaklarını büzüyor garip bir şekilde. "Emin misin? Buraya gelmeden önce koridordaydım ve." Nerede olduğunu göstermek ister gibi elini havalandırınca gayriihtiyari oraya bakıyorum ve bir kolona yaslanıp bize bakan adamı görünce kucağımda toparladığım ayaklarımı yeniden sallandırıyorum. "Ali ağabey, kıymalı börek yemediğini söyledi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leyla'ya Kadar
General FictionKim olduğunu görmek için yüzüne bakmak istediğim adamın ilk önce dudakları giriyor görüş açıma ve halinden memnun, gördüklerinden keyif alan bir gülümseme ile karşılaşıyorum. Bakışlarım dudaklarından sıyrılıp gözlerine tırmandığında kısa bir an duru...