Günay Aksoy ~ Her Yer Karanlık
Elindeki şişeden dökülen kırmızı şaraptan gözlerimi ayırmadan bakıyorum. Gözlerimi fütursuzca bardağa boşalan kırmızı renkli o sıvıdan çekmezsem, ben ona bakmak zorunda kalmam. Onun hafızamda boşluktan başka bir yer etmeyen
lacivert gözlerine bakmazsam, buna katlanabilirim.Hem, eğer sakinse, ayrılık konusunu bir kez daha konuşabiliriz. Belki bu defa, ikna olur. "Sevgilim." Gözlerimi kapatıp dişlerimi birbirine bastırıyorum. Kapalı göz kapaklarımın arasından salonun patlamak üzere olduğunu yanıp söndüğünden anladığım lambasının gelip giden parlak ışığı sızıyor. Ellerim topuğuma varan elbisemin eteğini buruşturup avuç içime hapsediyor. Sabit tutmaya çalıştığım sesimle yanıtlıyorum onu. Sorularının cevapsız kalmasından nefret eder. Cevap vermezsem, sinirlenir. Sinirlenmesin. İstemiyorum. "Efendim?"
Az evvel özgürlüğüne kavuşan sıvı, gözlerimi çekmediğim kadehin içinde bana sunuluyor. Asla beklemeden başımı iki yana sallıyorum. "Nöbete gideceğim. İçmeyeceğim."
Bardağı tutan parmaklarının beyazlaştığını fark ettiğimde yutkunup ellerimin tutuşunu kuvvetlendiriyorum. "Dün nöbetten çıktın. Ne nöbeti üst üste. Beşinci sınıfsın daha."
Kuruyan boğazımı ıslatacak bir şey arıyorum ama çantamı girişte bıraktığım geliyor aklıma. Onun evinde, ölsem bir yudum su içmeyeceğimi bildiğimden yutkunmakla yetiniyorum. "Hafta başını boşaltmaya çalışıyorum."
Cümle ağzımdan çıkar çıkmaz yutkunuyorum. İyi halt ettim. Gelip tam karşımdaki sehpaya oturduğunda bardaktan çekmediğim bakışlarımı gözlerine çevirmek için uzanıp çeneme dokunuyor. Eli orada, yüzümde, biraz daha fazla durmasın diye anında geri çekilip kaldırıyorum bakışlarımı. Seyiren gözü çeneme düşüyor, ardından yüzünde görmekten nefret ettiğim o soğuk gülümseme beliriyor. "Hafta başı. Ne var hafta başı?" Bir kez daha yutkunduğumda cevap vermeyeceğimi anlıyor ve gözlerini kısıp az evvel bana uzattığı kadehi kendi dudaklarına götürüyor. Arka arkaya aldığı birkaç yudumu sayıyorum. Dördüncü yudumda ayırıyor kadehi dudaklarından. "Hafta başı. Ekim. 14 Ekim."
Aynı anda kapanıyor gözlerimiz. Anlıyor elbette. 14 Ekim, ne, biliyor. Histerik bir kahkaha atıyor ve onun o iğrenç gülüşüyle açılıyor gözlerim. Sehpanın üzerinden kalmadan üzerime doğru eğiliyor ve geri çekilmeme müsaade etmeden yanağıma yaslıyor elini. Yarın, fondöten sürmemi gerektirecek bir baskıyla kavrıyor yanağımdan çekiyor beni kendine. "Biricik arkadaşının, doğum günü." Kadehin içinde kalan epeyce şarabı saymama gerek kalmadan tek seferde içiyor ve yanına koymak yerine omzumun hemen üzerinden duvara fırlatıyor.
Bir eli hala yanağımdayken, titremeye devam ediyorum. Fark ediyor ama asla önemsemiyor. "O piç yüzünden mi firesiz nöbet tutuyorsun sen?"
Bağırsa daha az tedirgin olacağımı biliyorum ama bağırmıyor. Sesindeki sakinlik, vücudumdaki bütün tüyleri ürpertiyor. Oturduğu sehpadan kalktığında az evvel masaya bıraktığı şişeye gittiğini anlıyorum. Önüne çıkan berjere bir tekme savurduğunda koltuk yer değiştiriyor, ben oturduğum koltuğa siniyorum biraz daha. "O piç için mi kendine eziyet çektiriyorsun?"
Yutkunduğum sırada hemen yanımda titreyen telefona düşüyor bakışlarım.
Kuzey:
Evde olursun sanıyordum. Kokoreç getirmiştim. Yazık oldu, seninkini de yiyeceğim.Ekranın üzerinden okuduğum mesaja görüldü bile atmadan geri kapatıyorum ekranı, Erkut fark etmesin diye. "Leyla bana cevap ver!"
Nihayet yükselen sesiyle istemsizce derin bir nefes alıyorum. Başlıyoruz. "Zaten, bir şey becerebildiğin yok! Zaten senden doktor falan olmaz ama niyetlenmişsin belli! Engellemeyeyim diyorum ama sen zaten bu kafayla okulu falan bitiremezsin! Kuzey de Kuzey! Sikeceğim o Kuzey'i onu istiyorsun! Arka arkaya cerrahi nöbeti ne demek Leyla!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leyla'ya Kadar
General FictionKim olduğunu görmek için yüzüne bakmak istediğim adamın ilk önce dudakları giriyor görüş açıma ve halinden memnun, gördüklerinden keyif alan bir gülümseme ile karşılaşıyorum. Bakışlarım dudaklarından sıyrılıp gözlerine tırmandığında kısa bir an duru...