Mabel Matiz ~ Karakol
Seydi ~ Vay HalimeTelefonu kapattığımda gözlerimi kapatıp direksiyona yaslıyorum başımı. Bu, yalnızca üç saniye sürüyor. Ali Kemal'in yokluğu, canımı ilk defa böylesine delip geçiyor. Duramıyorum yerimde, durduramıyorum içimde sancıyan yerleri.
Gün geçtikçe daha çok kızıyorum. Gün geçtikçe, yokluğuyla daha çok kavruluyorum.
Koynunda dinlenemediğim her günün sonunda, daha fazla öfkeleniyorum. Üç ayda sesini iki kez duymayı bana reva gördüğü için, içimden taşan öfkeye söz geçiremiyorum.
Halbuki sorsaydı bana. Adın anılmasın adımın yanında demek yerine, sorsaydı. Yemin ederim, ondan ayrı geçirdiğim bu üç ay yerine, boynunda soluklandığım üç dakikaya razı olurdum. Yemin ederim.
Orada öylece daha fazla bekleyemeyeceğimi bildiğimden derin bir nefes alıp kapıya uzanıyorum. Hemen karşı kaldırımdaki arabaya özellikle değdirmiyorum bakışlarımı ve birkaç apartman ileride olan eve yürüyorum.
Ne kadar gidiyorum bilmiyorum ama hemen ardımda birinin daha varlığını hissediyorum. Hissetmekle de kalmıyorum üstelik. O birinin sesini duyuyorum. Uzun zaman sonra, bu sesi duymaktansa sağır olmayı isteyeceğimi bile bile duyuyorum. "Leyla!" Şu ana kadar, olağan davranmaya çalışırken oyun oynuyorum, onu fark ettiğimi belli etmemeye çalışıyorum falan ama o sesi duyduğum an vücudumun verdiği her tepki gerçekçi bir kimliğe bürünüveriyor bir anda. Ayaklarım, ayakkabılarımın bir kısmını örten karın üzerinde mıhlanıp kalıyor ve gerçekliğini bilmeme rağmen, gerçek mi diye düşünmeden edemiyorum. Kısacık bir an. Hemen sonra yaklaşan adımlarını ayırt ediyorum. "Ben geldim sevgilim." Dişlerimi birbirine bastırıp boynumu eğiyorum ilk önce sağa sonra sola. Sen ne sıkıyorsun dişlerini? Dön, bu puştunkileri kırıp verelim eline. İçimden yükselen dürtüye o kadar hak veriyorum ki, iki yanımda ne zaman yumruk haline getirdiğimi bilmediğim ellerimi açıp kapatmak zorunda kalıyorum. Bunu yaparken de geri dönmüş bulunuyorum. Gözlerimiz birbirine değdiği ilk an, gözlerinde şeytani bir pırıltı ayırt ediyorum. Aylardır, bütün korkaklığıyla kaçan o değilmiş gibi, nerede olduğunu bilmediğimiz fare deliklerinde yaşamıyor gibi özgüveni tavan yapmış bir şekilde dikiliyor karşımda. Uzun uzun bakıyor yüzüme ve ardından üzerimde gezdiriyor o yerinden sökmek üzere olduğum gözlerini. "Nihayet, kavuştuk bebeğim."
Gözlerim kısılıyor. Ruh sağlığının iyi olmadığını her zaman biliyordum ama böyle karşımda büyük bir aşkla bana bakarken, iyice emin oluyorum. Başım bilinçsizce sallanıyor boşlukta. "Ne diyorsun sen?" Sesim bana bile yabancı gelirken kaşlarımı çatıp kendimi toparlamaya çalışıyorum. "Ne arıyorsun sen burada?"
Erkut bir anlığına telaşlanıyor nedense ve soğuktan kuruyan dudaklarını ıslatıp bana doğru bir adım atıyor. Atma. Sakın geri adım atma.
Atmıyorum. Dimdik dikiliyorum karşısında.
"Konuşmaya geldim Leyla. Zor oldu ama geldim." Onun bana attığı adımı karşılıksız bırakmıyorum ve ben de bir adım atıyorum. Fark ediyor bunu Erkut ve yüzüne yayılan memnun bir gülümseme ile bir kez daha süzüyor beni. Elini havalandırıp üzerime uzatıyor. "Gel bebeğim."
"Delirdin iyice! Her yerde seni arıyorlar aylardır! Nasıl gelirsin buraya? Nasıl çıkarsın karşıma? Bu ne cüret!"
Dilimi ısırarak susturuyorum kendimi. Sinirlendirdiğimi biliyorum ama kendime de hakim olamıyorum. Elinde öylece duran silahı görüyorum mesela ama kendi öfkeme mi sığınıyorum yoksa Babür'ün buradaki varlığına mı daha çok güveniyorum, emin olamıyorum. "Aylardır. Sana gelmek için uğraşıyorum ben! Seninle konuşabilmek için!" Yükselen ses tonundan anlıyorum sabrının tükendiğini ve Erkut bütün kabuslarımın vücut bulmuş hali olduğunu kanıtlamak istercesine atılıyor üzerime.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leyla'ya Kadar
Ficção GeralKim olduğunu görmek için yüzüne bakmak istediğim adamın ilk önce dudakları giriyor görüş açıma ve halinden memnun, gördüklerinden keyif alan bir gülümseme ile karşılaşıyorum. Bakışlarım dudaklarından sıyrılıp gözlerine tırmandığında kısa bir an duru...