Öldüreceğim Baba

1.8K 200 70
                                    

Bahar Beyoğlu

Sırtımı yasladığım duvar, beni ayaklarımın üstünde tutmaya yetmeyince, oradan ayrılmayı göze alamadığımdan, kayarak iniyorum. Zemine değen kalçam, kendimi daha güvende hissettiriyor kısa bir anlığına ama Kuzey'in gözlerinin kapalı olduğu bir dünyada tam olarak güvende olma ihtimalim olmadığı gerçeği gelip karşıma oturduğunda, güçlükle yatıştırdığım nefeslerim yeniden hızlanıyor. Kalbim, yeniden dövmeye başlıyor göğüs kafesimi. Bir körük gibi inip kalkarken göğsüm, aldığım hiçbir nefes yetmiyor bana.

Hiçbir sebep, yetmiyor, bu eylemi Kuzey'in tek başına yapamamasına. Hiçbir iş. Hiçbir görev. Onu benden alacak her şeyden ve herkesten ölümüne nefret ediyorum.

Her aldığım nefeste dişlerimin birbirine vurduğunu fark ediyorum. Hayır, ağlamaktan değil. Ağlıyorum evet ama üzüntüden değil bu gözyaşlarım. Kontrol edemediğim öfkemden. Kızıyorum. Nefret ediyorum. Onu benden alacak hiçbir geçerli sebep yokken, bundan üç gün sonra aynı şey olsa, Kuzey'in yine gözünü kırpmadan aynı tepkiyi vereceğini bile bile nefret ediyorum bu sebeplerden.

O, bir vatana, vatan dediği o toprak parçasının içinde yaşadığı seksen milyona aynı bağla bağlıyken, ben yalnızca onu düşünüyorum. Yalnızca onun kalbini önemsiyorum. Yalnızca onun alamadığı nefesi hissediyorum akciğerlerimde. Çünkü benim vatanım Kuzey. Onun nefes aldığı yer benim ülkem. Onun aldığı nefes kadar benim nefesim.

Bir çakmak sesi duyduğumda gözlerimi kapatıyorum. Ne birini duyacak gücüm var, ne de saçma sapan teselli cümlelerine ihtiyacım. İhtiyacım olan tek şey, yurduma geri dönebilmek. Nefes alabilmek.

Çakmağın sahibi adımlarını aynı ritimde atarken üzerime, onun Alaz olduğunu, tütüne karışan pahalı parfüm kokusundan anlıyorum. Gelip yanıma oturuyor. Benim aksime, bacaklarını da uzatıyor. Elindeki sigarayı uzun nefeslerle bitirip söndürme ve bir çöp bulma gereği duymadan baş ve işaret parmağı ile uzağa fırlatıyor. Başka derdim yokmuş gibi, hayatımda her şey yolunda da bir tek Alaz'ın sigara izmaritini etrafa atmasıymış derdim gibi kaşlarımı çatarak yüzüne bakıyorum. Alaz direkt karşıya baksa da ona dönen bakışlarımı fark ediyor elbette ve yüzüne iğreti bir gülümseme yayılıyor. "Farkıma varman için izmariti yere atmam mı gerekiyordu?"

Umursamaz tavrı ayrı bozuyor sinirimi, Kuzey bu haldeyken aklımı bulandıran saçma gerekçesi ayrı. "İlgi çekmek için lama gibi etrafa tükürecek yaşları geçtiğini düşünüyordum."

Kaşlarını kaldırıp yüzündeki gülümsemeyi büyütüyor. Başını yasladığı yerde sağa sola oynayarak reddediyor bu söylediğimi. "Büyük yanılmışsın Bahar çiçeğim."

Henüz liseye yeni başladığımız zamanlardı. Leyla, çılgınlar gibi ders çalışıyor, benim yerime de matematik ödevlerimizi yapıyordu. Ortaokula gittiğimiz için bizi çocuk görmeye devam eden, her gece hayaliyle delirdiğim mavi gözlü çocuğun, liseye başlamış olmamızdan sebep, artık dikkatini çekebileceğimi düşünüyordum. Buna hak kazandığımı düşündüğümden türlü saçmalıklarla herkesi yıldırıyordum çünkü dikkat çekmenin öyle bir şey olduğunu düşünüyordum.

Okula giderken asla ceketi giymiyor, gömleğimin altına muhakkak renkli tişörtler giyiyordum. Bir dönem sigaraya başlamış ve yasak olmasıyla asla ilgilenmeden kulağıma ikinci deliği açtırmıştım.

Annem deliriyordu. Babam her Allah'ın günü, asla umrunda olmadığım Mehmet'e bana sahip çıkması için nasihatlerde bulunuyordu. İşin doğrusu, ikimiz de ergenliğin zirvesindeydik ve günlük hayatında aklını kullanmayı biraz olsun düşünmeyen ağabeyimin jölelediği iğrenç saçlarını Deniz'in gözüne sokmaktan başka bir derdi yoktu. Biraz basketbol oynar, terli tişörtüne bakmadan ellerini terden daha da iğrençleşen saçlarının arasından geçirip Deniz'e göz kırpardı ve babam da böyle bir organizmadan bana sahip çıkmasını beklerdi.

Leyla'ya KadarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin