Manuş Baba ~ Bu Havada Gidilmez
Çok insan var. Her yerde. Çok fazla.
İnsanların hepsi çok hızlı. Normal normal yürüyen bir Allah'ın kulu yok. Bir yerelere yetişmeye çalışıyor herkes. Nereye olduğunu biliyorsun. Sen de onlardan birisin.
Biliyorum.
Belki de ilk defa bu kadar çok, bu kadar derinden biliyorum. Kendim koşmamama rağmen. Bırakın koşmayı, nefes almayı bile zaman zaman unutmama rağmen.
Ne zaman ve kim tarafından oturtulduğumu bilmediğim rahatsız bir deri sandalyede, önünden onlarca insanın akıp gittiği bir hastane koridorunda bekliyorum. Koşmuyorum bu defa. Bekliyorum sadece. Ellerimde kuruyan kanın sahibinden bir haber versinler diye. Bir haber değil. İyi bir haber.
İyi bir haber evet.
Ne kadar zamandır bekliyorum bu haberi bilmiyorum. Beni buraya kimin getirdiğini bilmiyorum. Kuzey'i benden o avluda aldılar. Onu biliyorum bir tek. Bir de iki elimle yaralarıma tampon yapamadığımı. Çok kanadığını. Çok fazla kanadığını. Üçü içinde biri dışarıda dört kurşun yarasına iki elimle deva olamadığımı biliyorum. Kuzey'in benim dünyamın en güvenli gökyüzünü sığdırdığı gözlerinin kucağımda kapandığını biliyorum. Bir de ben hep gelirim dediğini. Ölü ya da diri. Hayır. O kelimeyi kullanma. Öyle ya da böyle, diri.
Adım sesleri duyuyorum yeniden ama bakamıyorum. Ellerimden gözlerimi çekersem, o kan tamamen kuruyacak sandığımdan belki. Hayır. Kuzey'den kalan son şeyin o olduğunu düşünüyorsun. Ondan. Bir şey batıyor göz kapaklarımın arasından gözlerime. Ellerime de. Bacaklarıma ve ayaklarıma da. Onlarca iğne. Yüzlerce belki. Böyle bir acının sebebi odur çünkü muhtemelen. "Leyla!"
Uzaktan bir ses duyuyorum. Biri bana sesleniyor ama benim kulağıma yalnızca o surların tepesinde, her zaman nefret ettiğim o şarkıyı bas bas bağıra bağıra söyleyen Kuzey'den başka birinin sesi dolmuyor. Gel de. Bana bi gel de. Koşarım peşinden belaya derde. "Leyla!"
Ses anlam kazanıyor. Yakınlaşıyor sanırım. Ancak sahiden duyduğumda idrak ediyorum Ali Kemal'in sesini. Adımları hızlanıyor. Koşuyor galiba. Ellerimden çekemiyorum bakışlarımı. Yine de tam önümde duran adımlarını görüyorum. "Leyla. Bana bak yavrum." Göz kapaklarımın arasındaki iğneler hareketleniyor. Öyle söylemese keşke. Canından can gider gibi. Benim canımdan can gidiyor. Onunki yerinde dursa keşke.
Ali Kemal'in eli çeneme varıyor. Direnemiyorum. Çekiyorum bakışlarımı avuç içinde kuruyan kandan. Kuzey'in kanından. Çenem titriyor ama neden bilmiyorum. Kuzey'in kanından. Ali Kemal önümde eğiliyor ben başımı öyle çok da kaldıramayınca. Hızlıca vücudumu tarıyor. Bende bir şey yok diyemiyorum.
Üzerimdekinin bir benzerinden Ali Kemal'in üzerinde olduğunu ona baktıktan ne kadar sonra fark ediyorum bilmiyorum ama o yeleği fark etmek bir kez daha titretiyor çenemi. Bende bir şey yok Ali Kemal. Bu yelek yüzünden bende hiçbir şey yok ama aynı yelek yüzünden Kuzey'de üç artı bir kurşun yarası var diyemiyorum. Kurşunlardan birinin akciğeriyle kalbi arasına saplandığını gördüm ama tam yerini anlayamayacağım kadar çok kan vardı diyemiyorum. Sahi, sorsam Ali Kemal biliyor mudur? Kuzey'in vücuduna saplanan o kurşunların yerini biliyor mudur?
Yanağıma yasladığı eliyle kendinde çekiyor beni alnıma uzun uzun, dudaklarının sıcağına sığınıp günlerce ağlayacağım kadar uzun bir öpücük bırakıyor. "İyisin." Derin bir nefes alıyor. Daha önce iyi olduğum için hiç bu kadar kötü olmadığımı görmezden gelerek çok şükür diyor. "Çok şükür iyisin Leyla."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leyla'ya Kadar
Ficção GeralKim olduğunu görmek için yüzüne bakmak istediğim adamın ilk önce dudakları giriyor görüş açıma ve halinden memnun, gördüklerinden keyif alan bir gülümseme ile karşılaşıyorum. Bakışlarım dudaklarından sıyrılıp gözlerine tırmandığında kısa bir an duru...