Erkan Oğur ~ İki Keklik
Bahar Çiçeğim:
"Yeter artık. İyi diyorum, bir sal beni artık!"Mesajı okuyup telefonun ekranını kilitliyorum ve içimde uçmaya niyetlenmiş gibi hızla çarpan kalbimi, değişik nefes teknikleriyle yatıştırmaya çalışıyorum. Tamamen işe yaradığını iddia etmiyorum elbette ama bir tık sakinleşiyorum.
Bir tık.
Mevsim bahardan yaza dönerken, asfalttan yüzüme vurmaya başlayan sıcak havanın verdiği sıkıntıyla başımı havalandırıp insanlardan uzak, temiz bir hava almaya çalışıyorum. İnsanlardan uzak, temiz bir hava için en doğru yerdesin kuşum. Aynen devam. Bahar yine haklı.
Kesinlikle bunun için doğru olmayan, ama adım attığım yolda, ihtiyacıma en doğru cevabı vereceğini bildiğim yerde, Çukurcuma'da bir ara sokakta randevulaştığım adama söylediğim saatte orada olmaya çalışırken hızlı adımlar atıyorum. Rahat olsun diye altıma giydiğim bol pantolon asla yardımcı olmuyor bana ama olsun, bir şekilde idare ediyorum.
Avuç içimdeki telefon yeniden titrediğinde asla beklemeden bakıyorum ve halime dayanamayan bahar çiçeğimin, az önceki azarlamasını hiçe sayıp bana gönderdiği fotoğrafa bakıyorum.
Bahar Çiçeğim:
"Gayet iyi. Ateşi de düştü. Doktor olan sen misin ben miyim anasını satayım. Sen de biliyorsun iyi. Tek yaptığın beynimi yiyip canımı sıkmak."Mesajı okuyup uygulamaya giriyorum ve ekranıma düşen fotoğrafla, az önce geç kalmamak için hızlandırdığım adımlarım tık diye duruyor. Yatak başlığından kendi evlerine götürdüğünü anladığım kızımın yüzüne, yeterince net değilmiş gibi biraz da yakınlaştırarak bakıyorum. Yüzündeki ifadeden rahat uyuduğuna ikna olup derin bir nefes alıyorum. İki gündür süren diş sıkıntısının ateşini yükselteceğini elbette ki biliyorum ama bilmek ve bunu kendi canın üzerinden deneyimlemek aynı şey olmadığından evdeki herkesin bir tık canını sıktığımı biliyorum. Ama neyse ki kimse üstüme gelmiyor.
Kimse derken, Bahar hariç kimse.
Bahar'a pembe bir kalple cevap verip bir kez daha yürümeye başlıyorum ve bir emlak dükkanının önünde dikilen kısa boylu, sevimli bir göbeği olan, ellilerinin sonundaki adamı görmemle biraz daha hızlanıyorum. Nihayet o da beni fark ettiğinde gülümseyerek bana dönüyor ve henüz aramızdaki mesafe kapanmadan Leyla hanım değil mi diye bağırıyor. Ben gülümseyerek onu onaylarken adam arkasını dönüp benim görmediğim birilerine bir şeyler söylüyor ve iki basamağı inip karşımda duruyor. Elini uzatıyor bir kez de yüz yüze tanışmak istercesine. "Hoşgeldiniz hocam. Can Arpacı ben. Sizinle ben görüşmüştüm."
Uzattığı elini samimiyetle sıkıp başımı sallıyorum birkaç kez. "Leyla Adalı Beyoğlu. Hatırlıyorum evet."
Ellerimiz ayrıldığında gözlerim sokaktaki cumbalı binalar üzerinde dolaşıyor. Heyecandan terleyen ellerimi kumaş pantolonuma silmemek için üzerimdeki cropa silmeyi uygun buluyorum ve neyse ki Can bey beni bekletmek istemediğinden, onun geldiği yöne doğru adımlamaya başlıyoruz. "Hemen şu köşeyi dönünce ikinci apartman. Eski tabi epey ama sahipleri daha yeni tadilat yaptı. Bu tarafta bir şey görünmese de, arka tarafında küçük de bir bahçesi var. Gizli saklı, keyifli bir alan." Anlattığı hiçbir şeyi kaçırmak istemediğimden pür dikkat dinliyorum adamı ve bu esnada döndüğümüz sokakta az evvel bahsettiği binayı görmek istercesine hızlıca gözlerimi dolaştırıyorum. "Size ne kadar bir alan lazım bilmiyorum ama dilerseniz tek kat için de konuşabiliriz ev sahibiyle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leyla'ya Kadar
Fiksi UmumKim olduğunu görmek için yüzüne bakmak istediğim adamın ilk önce dudakları giriyor görüş açıma ve halinden memnun, gördüklerinden keyif alan bir gülümseme ile karşılaşıyorum. Bakışlarım dudaklarından sıyrılıp gözlerine tırmandığında kısa bir an duru...