☾ VI

255 29 2
                                    

•

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Büyük inanışları olan birisi olmasam da birkaç beklentim olmuştu benim de her insan gibi. Belki de tek amacım bu dünyada peşinde koştuğumuz mutluluğu bulmaktı. İnsan için mutluluk çeşitli olabilirdi ama ben, aradığım mutluluk tam olarak ne ona karar verememiştim henüz. Göğsümün içindeki boşluğu ne doldurursa bulduğum zaman benim de hayatım bir anlam kazanacak gibi gelirdi.

Küçükken salıncakta sallanmayı severdim. Evimizin devasa büyüklükteki bahçesinde de sürekli parka gitmemem için bir salıncak kurulmuştu. Bu sefer de bakıcım Bayan Park YoungSoon beni eve sokamaz olmuştu.

Ayaklarımı hızlıca savurur ve kendimi gökyüzüne yükseltirken gözlerim kararırdı. Sanki kalbim bir kuş gibi kanatlanıp uçacaktı göğsümün içinden. Yüzümde kocaman bir gülümseme, heyecan tam da hızlanan soluklarımdaydı.

Eğer bir az daha yükselirsem, belki biraz daha yüksek bir yer çıkarsam, o kadar göğe yakın olurdum. Eğer kanatlarım olsaydı beni bir o kadar kolay çıkarırdı bulutların üstüne. Annemin orada olduğunu söylemişti bir keresinde Bayan Park. Seni görüyor orada, uslu bir çocuk olursan onu mutlu da edersin. Belki rüyalarına da gelir.

Ne rüyalarıma geldi ne de ben artık kandırılabilecek bir çocuktum.

Annem görüyor olsaydı beni gittiği yerde bir şekilde rüyalarıma girer bana dur, yapma derdi. Biliyorum, hatırlıyorum onu, anlattığı masalları. İyi bir insandı. Kızının da iyiliğini isterdi.

Şimdi bir bilinmezin içinde sıkışmışken elimde tek kalan onun bir fotoğrafı bir de arabasıydı.

Mustang'i bir park girişine bıraktıktan sonra adımlarımı gecenin bir vakti boş olan salıncaklardan birine çevirmiştim. Salıncaklar alçak olduğu için sallanamazdım göğe kadar ama usul usul kendimi ileri geri iterken hiç yanımdan ayırmadığım polaroid fotoğraf karesine bakıyordum. Saat geçti ama ben hava serin olmasına rağmen üstümde ince bir elbise ile uzun uzun fotoğraf karesinde sonsuza kadar sıkışmış o kadına bakıyordum.

Annem. Yüzünde hoş bir gülümseme ile elini güneşten ötürü yüzüne doğru kaldırmış, yaslandığı kırmızı Mustang'in önünde kameraya poz vermişti.

Eski bir fotoğraftı. Evin garajında diğer lüks araçlardan daha değersiz görüldüğü için üstü örtülmüş, annemin bir zamanlar kullandığı arabasının torpidosunda bu yüzden bulmuştum. Arabanın ona ait olduğunu öğrendikten sonra da ehliyet alır almaz ilk işim onun hatırasını kendime almak olmuştu.

O zamanlarda babam buna surat asmış ve ne gerek var buna, istediğin başka bir arabayı da alırım, dese de gözlerindeki o ifade bu arabanın aslında ne kadar değerli olduğunu bile hatırlamadığını gösteriyordu.

Onu en son aylar önce görmüştüm. Küçüklükten beri sıkı bir baba-kız ilişkimiz yoktu. O benden uzak durdukça ben ondan kilometrelerce kaçmıştım. Her sabah ve akşam oturduğumuz o sofralarda aramızda birkaç sandalye vardı belki ama bizim sessizliğimiz, tabağa vuran bıçaktan daha keskin daha derinden incitiyordu.

Where The Shadow EndsWhere stories live. Discover now