Her şeyin iyi olacağına dair ümitlerimizi büyütürdük göğsümüzdeki kurak topraklarda. Orasının da bir gün umutlarla yeşerebileceğini kendimize inandırmaya çalışır uğruna çaba sarf ettiğimiz bu dünyanın renklerinin bize de uğramasını beklerdik. Bu bazen peşinden koştuğumuz gökkuşağının sonunda bir hazine bulmak kadar imkansız gelir ama bizi o sona kadar götüren de inancımız olurdu.
Bir hayal uğruna hareket eder, yaşarız. O hayalde mutlu olduğumuz bir tablo varsa eğer, yaşadığımız her acının elbet son bulacağını söyleriz.
Bu hayatta olmasa bile inancımı koruyordum bir sonraki hayatımda bir gün mutlu olacağıma dair.
Jeno ile arabaya bindiğimizde garip bir sessizlik vardı aramızda. Jeno sürücü koltuğuna geçmişti elleri motoru çalıştırmadan önce bir süre direksiyonda durmuştu. İnce bir tişört giyinmişti, ceketini çıkarmış araya koymuştu bu sayede kolunu kaplayan dövmeleri de açığa çıkmıştı.
Şu ana kadar daha önce paylaşmadığımız çok şey paylaşmıştık birbirimizle. Biraz durup sessizliği aramızda dağıtarak bu olanları sindirmemiz gerekiyordu sadece. Onu anlayabiliyordum çünkü yaşadıklarını birisiyle paylaşamamanın, anlattıktan sonra bunun gerçek olup olmadığını sorgulamanın ne demek olduğunu biliyordum.
Susmak daha kolay gelir anlatmaktansa her zaman. Kendi içinde bile duymak istemediklerini birisine anlatmanın ağırlığı sırtına bir yük gibi binerdi, çünkü çekincelerle büyürdük. İnsanların anlamayacağından korkardık.
Derin bir nefes aldığında göğsü şişmişti. Ona çevirdim bakışlarımı, çenesini sıkmıştı, ifadesiz yüzü elle oyulmuş kusursuz bir heykel gibiydi.
"Ne yapacağımızı sormayacak mısın?"
Konuşmayı ilk onun başlatmasına sevindim. Ben konuşmaya başlasam elime yüzüme bulaştırmadan ne diyeceğimin altında kalırdım. "Ne yapacağız?"
Dudaklarında ufak bir kıvrım olduğunu gördüğümde biraz olsun rahatlamıştım. Kafasını çevirip bana baktı. Uzun boynunda bir kas belirdi, esmer teninin altında. "Araştırma merkezinin içinde ne olduğunu öğreneceğiz."
Kaşlarım çatıldı. "Araştırma merkezi mi?" diye tekrar ettim soru dolu bir sesle. "Orası neresi?"
"Terapilerden çıktıktan sonra hafızasını kaybetmiş çocukların gittiği ilk yer." Diye açıklama yaptı. Kontağa taktığı anahtarı çevirdi ve motorun çalışmasını sağlarken el frenini çekerek arabayı yola çıkardı. "Sadece bir kez içine girme fırsatım oldu. Onda da beş dakika durmadım içinde. Yüksek güvenlikli, eli silahlı eğitimli askerler tarafından korunuyor. O çocukların üstünde birtakım yasal olmayan deneyler yapıyorlar. Tahmin edersin ki, bunlardan biri Nephente'nin etkilerine dair."
"Bu derece yüksek güvenlikli bir yere nasıl gireceğiz?" Kendimi gösterdim. "Özel güçlerim yok bizi görünmez yapıp içeri sokabileceğim."
Yutkunduğunda adem elması oynamıştı. Yola odaklı gözleri anlık gözlerimi buldu. "Bunu sana anlatmış olduğum için çocuklar delirecek ama," dedi kısık bir sesle. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Uzun bir süredir bu çocukların peşindeyiz. Akademi bu çocukların sadece tek bir ilacın etki mekanizmasını öğrenmek için kullanılmadığını düşünüyor. Biz de Cemiyet'in bunca zamandır başka ne gibi işlerle uğraştığını araştırıyoruz."
"Dahası var..." dedim nefesimin altından bu yeni öğrendiğim gerçeği sindirebilmek için kendime vakit tanıdım.
"Bazı planlarımız var. Akademi bu görev için bizi özellikle görevlendirdi. Arena Dört'te yetişenlerin üstlendiği bir ölüm görevi." Sesi tok, kendinden emin bir tonda yükseliyordu. "Planı devreye resmen sokabilmek için önce Akiyama Shou'yu bulmaları gerekiyordu. Bizi babana götürecek ilk hedef sen olduğun için seni izlemeye başladılar."
YOU ARE READING
Where The Shadow Ends
Fanfiction[Nesta] İlk defa bu dünyada gerçek bir arzum olmadığı için korkmuştum. Sonra o geldiğinde, göğüs kafesimin içindeki o terk edilmiş şehri baştan inşa etmeye başladı. Her bir köşesine kendinden bir parça yerleştirirken hiç düşünmedi, bir gün o gittiği...