Öğrenmek istediğin gerçekler bazen kandığın yalanlardan daha yaralayıcı olabilirdi. Öyle derinden keserdi ki bir daha iyileşemeyecek büyük yaralar bırakırdı. Bir süre sonra o acıyı çekmemek için gözlerini kapatır, kulaklarını tıkar, gerçeklerin aslını öğrenmekten köşe bucak kaşmaya çalışırsın.
Eğer bu gerçekleri sana, yalanlarına alıştığın birisi vermeye başlarsa yıkılmam dediğin ufak bir darbe seni bin parçaya ayırır, bir daha ayağa kalkamazsın.
"Jeno," dedim sakin bir sesle ona bir adım daha yaklaşırken. "bana gerçeği söyle. Jaemin'in kardeşi gerçekten öldü mü?"
Dudakları aralandı ve sözler yerine bir nefes bıraktı. Gözlerini açıp kapatırken bocaladığını, ne yapması gerektiğini şaşırdığını görebiliyordum. Bu soruyu beklemiyordu.
"Bu-" dedi kısık bir sesle ama devamını getirmedi. Kafasını önüne eğdiğinde saçları alnına dökülmüştü. Çenesi gerilmiş, ifadesi yavaş yavaş şaşkınlığını bir kenara atmaya başlamıştı. "Sadece nefes alıp veriyor olması yaşıyor olduğu anlamına mı geliyor?"
Gözlerim büyüdü. Aynı anda odanın duvarları daralmaya üstümüze gelmeye başadı. "Ölmedi." Dedim bu gerçeği sindirmek ister gibi boğuk bir sesle.
"Arina," dedi bana doğru eli uzandığında kafamı iki yana sallayarak geriye çekildim. Havada kalan elini yumruk yaparak yanına indirdi. Bu ona vurabileceğim en büyük darbeymiş gibi irkildiğini saklayamadı.
"Nasıl bunu gizlersin Jaemin'den? Kardeşini öldü bilirken, yaşadığı acıya tanıklık ederken nasıl buna göz yumabilirsin?"
Tepkiyle aramızda çınladı sesim. Buna inanmak istemiyordum. Jeno'nun bu kadar senedir bu yalanı sürdürmüş olmasını, sessiz kalıp uzaktan izlemiş olmasını kendime yediremedim.
"Kız, komada. Bir ölüden farkı yok." Bir ton sesini yükselterek cevapladı. Elini hırsla alnına düşen saçlarından geçirdi ama inatçı tutamlar yine gözlerinin önüne doğru düşüyordu.
"Bana her şeyi anlat. Her ayrıntıyı bilmek istiyorum." Hırsla kelimeleri sarf ederken Jeno'nun gözlerinde beliren bir kederdi. O sırada boğazıma bir şeyler saplandı. Yutkundukça daha da derine battı.
"Kız," dedi boğuk bir sesle. Nereden başlayacağını bilemiyor gibi etrafına bakındı bir ipucu ararken. Gözlerime uzun süre bakmaya cesareti yok gibiydi. "Na Jian, seninle aynı terapi merkezine geliyormuş. Diğer çocuklara yapıldığı gibi hafızası silinerek Cemiyet'e ait bir araştırma merkezine götürülmüş." Bunları zaten biliyordum. Ölmüş olması gerekirdi ama yaşıyordu. Nasıl? "Kız, Jaemin ile birlikte Hong InKuk'a ait bir toplanma alanında kalıyordu. Yakınlarında bir su kanalı geçiyordu. Oraya düşmüş, hastaneye götürülüyor ama hastane, Cemiyet'e aitti. Hong InKuk'un bağlantıları sayesinde tedavisine devam ediyorlar. Bir hafta sonra Jaemin'e kardeşinin ölüm haberini veriyorlar ama kızı, alıp araştırma merkezine götürmüşler."
"Na JiAn'ın üstünde ilaçları denediler mi?"
Kafasını ağırca salladı. "Formüllerin insan üstünde nasıl değişiklikler yarattığını bilmiyordum. Bunların hepsi bir duyumdan ibaret. Araştırma merkezinde tedavi sürecinin nasıl işlendiği, ilaçların insan dna'sına nasıl nüfuz ettiği hala bir sır. Birisi, deneklerden biri, kaçmayı başarmış. Hafıza silme tekniğinin işe yaramadığı kişilerden birisi de oydu: Na JiAn." Gözlerimin içine bakarken anlamamı bekliyordu. Onu suçlamamamı.
Kang ChangHwan, bazen bazı tetikleyicilerin ortaya çıkarak kayıp olanları geri getirdiğinden söz etmişti. Ben de bu olmuştu. Hafızayı temelli silemediğini, belli kısımları yamadığını biliyordum. Benim hatırlamamı sağlayan da sürdürdüğüm yalancı hayattan gerçeğe geri dönmemdi. Kabuslarla başlamış, daha ileri giderek sanrılar ile kendini göstermişti.
YOU ARE READING
Where The Shadow Ends
Fanfiction[Nesta] İlk defa bu dünyada gerçek bir arzum olmadığı için korkmuştum. Sonra o geldiğinde, göğüs kafesimin içindeki o terk edilmiş şehri baştan inşa etmeye başladı. Her bir köşesine kendinden bir parça yerleştirirken hiç düşünmedi, bir gün o gittiği...