☾ XIX

213 26 53
                                    

•

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Göğüskafesi bir boşluktan ibaret değildi sadece. Orada en değerli hazineni saklıyorken kimi orada yaşatacağın seni var ederdi ya da yok ederdi. Eğer sahibi olduğun bu hazinenin değeri bilinmezse ne diye onu öylece birinin ellerine veresin?

Ellerine baktım. Güzel elleri vardı, yer yer yara izleri ile kaplı ama onları ustalıkla dövmelerle kapatmıştı. Yaralarını açık açık sergilemekler ilgili bir sorunu vardı belli ki. Parmaklarında hep yüzükleri vardı. Birkaç gümüş yüzüktü sadece. Boynunda tişörtünün altına saklanmış bir zincir kolyesi vardı. Ucunda bir şey yoktu, tişörtünün kumaşının altında kalan kabartmadan anlaşılıyordu. Köprücükkemikleri derin birer oyuk oluşturuyordu, oradan geçen birkaç dövmenin karartısını seçer gibi oldum.

Derin bir uykuda gibi görünse de kaşları çatık çene hattı gergindi, tetikte bir hali vardı. Bu bana askerleri anımsatmıştı. Uyurken farklı görünüyordu. Gökteki ay kadar parlak ve güzel ama bir o kadar da soğuk bir ürperticiliği vardı. Uyanmasını bekler gibi dikkatle baktım. Uyanmadı. Ben de tüm gece onu izledim.

Daha Peter Pan'in yarısına bile gelmeden uyumuştu, gerçekten yorgundu. Ne zamandır uyumadığını merak ettim. Gün yavaş yavaş ufuk çizgisinden doğarak parlak güneşi açığa çıkarırken salonun ortasına düşen ışıkların birer dansçı gibi kıvrılmasını izledim. Arada onun kucağımda kalan başına baktım, saçlarında duran elime. Ne geri çekebiliyordum ne de parmaklarımı yumuşak saç tutamlarında gezdirebiliyordum. Onu rahatsız etmek istemediğim için bacaklarıma ve elimde beliren uyuşukluğa rağmen hareket etmedim.

Böyle olmamalıydı. İnsan ne zaman kendisinden feragat etmeye başlarsa ona bunu yapana duyguyu kökünden kesip atması gerekirdi. Annem bana hep en çok kendine değer ver derdi. Onun sözlerine artık kulak asmadığım anlamına mı geliyordu bu?

Yoona'yı düşündüm. Bu yeni değildi.

Ben göğsümde hiç en çok kendime yer ayırmamıştım. O boşluk derin bir çukurdu. Kendimden bir şey ekledikçe bir bilinmeze daha da savruluyordum.

Güneş ışınları bulunduğumuz yere doğru vurmaya başladığında gözlerim kamaştı. Diğer elimle bir anlık dalgınlıkla Jeno'nun yüzüne doğru gölge yaptım. Ne yaptığımı fark ettiğim an tırnaklarımı avuç içine batıracak kadar güçlü bir yumrukla geri koydum.

Bu kadar değildi. Bu kadarına ben bile dayanamazdım. Bunu kendine yapma, diye hatırlattım.

Elimi çekmemle güneş ışınları Jeno'nun bir heykeli anımsatan yüzünde gezindi. Heykel benzetmem beni içten içe güldürdü. Kusurlu bir heykeldi. Yüzündeki yara izleri ufak tefekti. Kaşındaki dikiş izi her kaşlarını çattığında biraz daha oyuluyordu. En sonunda güneş ışınları onu rahatsız ettiği için birkaç saatlik kısa uykusundan kıpırdanarak uyandın.

Geceleri bir şeyleri kabul etmek ve onlarla yüzleşmek daha kolaydır. Günışığında bu kadar netken her şey zihnimde, bu pozisyonda olmamamız gerektiğini gayet biliyordum. O da biliyordu. Kısık bakan uykulu gözlerini açtığı an ilk gördüğü benim yüzümdü.

Where The Shadow EndsWhere stories live. Discover now