Kendime gelmem biraz zaman almıştı ama daha gözlerimi bile açmadan neler olduğu ve neler olacağının görüntüleri bir tufan gibi bulanık zihnime doldu. Yerimden doğrulmaya çalışırken hareketlerim daha yeni emeklemeye çalışan bir bebek gibi güçsüz ve boştu. Dirseklerimin üstünde kalkamayınca üstünde yattığım yumuşak yerden yan dönmeye çalıştım. Gözlerimi belli belirsiz aralayarak etrafıma bir bakış attım ama gözlerimin önünde uçuşan siyah minik benekler ile görüşüm berbat haldeydi. Kafamı kaldırır kaldırmaz bir balyoz etkisi gösterdi bu. Midemde anlamını veremediğim bir kasılma ve bulantı vardı.
"Bir bebek gibi uyudun."
Bayıltılmıştım. Zorla kanıma ilaç zerk etmişlerdi.
Ağzımdaki kötü tadı giderebilmek için yutkundum ama boğazım o kadar kuruydu ki kaç saattir baygın olduğumu düşündüm.
"Adi piç." Diye hırıltılı bir sesle konuştum.
Cık'ladı hoşnut olmayan bir tavırla. "Senin gibi bir bebeğe yakışıyor mu kötü sözler?"
En sonunda yattığım yerde doğrulmayı başardığımda bir yatak odasında olduğumu gördüm. Güçsüz düşmüş bedenimin kendi isteğime göre hareket ettiremiyordum. Sırtımı yatak başlığına yasladığımda o kadar hantal ve yardıma muhtaç bir halde görünüyor olmalıydım ki bu halimden nefret edebilirdim.
"Ne yaptınız bana?" dedim boğuk bir sesle.
"Sadece biraz uysallaştırdık. Konuşacak hale gelinceye kadar."
Karşımda duran takım elbiseli, ellili yaşlarını geçmiş, hafif göbek bırakmış adama baktım öfkeyle. Ya da öyle bakmayı denedim ama yüzümde komik bir ifade oluşmuş olmalıydı ki bu onun tok bir sesle kahkaha atmasına sebep oldu. Sesi kıymık gibi kafama batıyor, her saç telimi çekiştiriyordu. Ellerimi şakaklarıma götürdüm, kurumuş kanın hissiyatı beni biraz olsun düşüncelerimde canlı tutmayı başardı.
"Kimsin?"
Bu soruyu sormuş olmama alınmış gibiydi. "Cho KwangMin. Namı diğer Kulaksız."
Gerçekten de bir kulağı yoktu. Kulak kepçesinin büyük bir çoğunluğu gitmiş, geriye kalan da ufak bir et yığını gibi duruyordu. İlk defa onunla karşılaşıyordum. Jeno'ya neler yaptığını ve hala intikam ateşi ile yanıp tutuştuğunu biliyordum.
Ben buradaysam, Jeno neredeydi?
Kanım damarlarımda ters akmaya başladı. Nefesim sıkışırken yerimden doğrulmak gibi anlamsız bir hareket yapmaya çalıştım ama olduğum yere geri yığıldım. O kadar güçsüzdüm ki milim milim hareket edebiliyordum.
Planı biliyorlardı. Onları ele geçireceklerdi.
"Korkuyorsun." Dedi dahiyane bir ön görüde bulundu. "Titriyorsun yavru bir ceylan gibi." Arsız bir sesle konuşmaya devam etmesine dişlerimi birbirine bastırdım.
"Kes sesini." Diye hırladım boğazımdan. "Lafı uzatma, ne istediğini söyle."
"Ah," dedi iç çekti. Pişkin bir sırıtma vardı yüzünde. Onu bıçakla kazmak istememe sebep olmuştu. İnsanlar ona nasıl katlanabiliyordu? "Dişli olduğunu söylemişlerdi. Bu halde bile ağzımı sulandırdın."
Ona boş gözlerle baktım, çünkü en iyi yapabileceğim şey şu an için buydu.
"Küçük yoldaşların da senin gibi uğraştırdı biraz." Güldü. "Terapisti ortadan kaldırmak en azından daha kolaydı."
Göğsüm şiddetle alçalıp yükselirken ellerimi yumruk yaptım iki yanımda. Tırnaklarımı avuç içlerime batırarak biraz olsun acıyı ve canlılığı hissetmeyi denedim.
YOU ARE READING
Where The Shadow Ends
Fanfiction[Nesta] İlk defa bu dünyada gerçek bir arzum olmadığı için korkmuştum. Sonra o geldiğinde, göğüs kafesimin içindeki o terk edilmiş şehri baştan inşa etmeye başladı. Her bir köşesine kendinden bir parça yerleştirirken hiç düşünmedi, bir gün o gittiği...