Hayatımın büyük bir bölümünü uyuşmuş, kalpten bir ize rastlamadan yaşamıştım. Yaşamanın bu olduğunu sanıyordum, çünkü duygulara yer verdiğin zaman kayıpların ardı arkası kesilmezdi. Bana söylenen bu olsa bile görünenin aksine her zaman daha fazlasını içimde barındırmıştım. Acı çeksem de bunu kimseye göstermemeye çalışmak daha büyük bir yıkıma meydan olmuştu.
Hayatımın son birkaç aynı yıkıntıların arasında kalan sağlam parçaları toplayarak geçirmekle meşguldüm.
Anlıyordum ki hissizlik denilen bu şey, daha büyük bir acıdan daha fazlası değildi.
Aşağı indiğimizde Jaemin çoktan uyanmış, mutfakta başarılı bir iş çıkarmıştı. Hepimiz için ramen hazırlayarak –Jeno'ya daha az- kaselere koymuştu. Yorgunluk ve uykusuzluğun verdiği sersemlemeyle birlikte koltuğa çökerek ramenimi yerken bir süre sessizdik.
"Anlatmaya kim, nereden başlayacak?" diye bir soru sordu Jaemin. Bakışlarımız birleştiğinde yutkunarak kafamı iki yana salladım. Bunun açıklamasını ben yapmayacaktım. Jeno yerinden huzursuzca kıpırdandı. Yanımda oturduğu için gerilen omzunun omzuma temasından anlayabiliyordum.
"Ben Chenle'ya bakacağım." Dedim hızlıca yerimden sıvışırken Jeno bana kötücül bir bakış attı ama ona aldırmayarak ikisini yalnız bıraktım.
Chenle'yu yatırdığımız ufak odaya girdim. Ortam pek bir hastane ortamını sağlamasa da elimizdeki en iyi seçenek buydu.
Yanı başına gittiğimde serumunun tamamen bittiğini fark ettim. Onları çıkarıp bir kenara bırakırken belli belirsiz bir ses duydum. Kafamı çevirip yatakta yatan Chenle'ya döndüm. "Uykucu." Diye takıldım ufak bir gülümseme ile ama göğsümde aniden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim. "Ölseydin cenaze işleriyle uğraşmazdım." Yanına gidip dikkatle yatağın kenarına oturduğumda ellini tuttum.
"Kimsesizler mezarlığına isimsiz gömerler diye ölmemeye çalıştım." Ufak bir sesle gülmeye çalıştı ama canı acımış olmalı ki yüzünü ekşitti. "Nasıl oldu?"
Yandaki suyu alarak ona içmesi için yardım ettim. "Park IlSung beni, seninle tehdit edince yerini bulup kurtarmak çok da zor olmadı." Ona dönüp dalga geçer bir tavırla kol kaslarımı gerdim. "O kadar da kondisyondan düşmemişim."
"Arina," dedi boğuk bir sesle. Üzüntüsü ve mahcubiyetini anlamamak için sağır olmak gerekirdi. "sana bir can borcum var."
"Teşekkürü sonra edersin." Diye homurdandım geçiştirir bir sesle. "Bana neler olduğunu anlat."
Chenle derin bir nefes alarak sırtını biraz daha dikeltmeye çalıştı. Bunu yaparken arkasındaki yastıklarla ona yardımcı olmaya çalıştım.
"Sana Akademi'deki gizli bir oluşumun varlığından şüphelendiğinden bahsetmiştim." Diye söze girdiğinde kafamı sallayarak onayladım onu. "Park IlSung benden bir süredir şüpheleniyormuş. Seninle hala iletişim halinde olmamdan ötürü seni kullanmamı istedi. Senin bir şekilde gizli bir şeyler çevirdiğini anladı ama bu beni denemek için kurduğu bir tuzaktı. Buna düştüm." Ağırca gözlerini kapatıp açtı. "Baban, amcana ulaşmış. Bunca zamandır yerini çok iyi gizliyor olmasına rağmen bazıları onun öldüğü ihtimalini de aklına getiriyordu ama artık herkes emin oldu. Yapacaklarına dair açık tehditin aynısı Park IlSung'a da geldi. Patron, amcanla artık aynı düşmana sahip oldukları için bir teklif götürdü. Seni ortadan kaldırmak için adamlarını gönderdiler. Sana ulaşmam dikkat çekeceği için Yoona'ya haber verdim. Üzgünüm."
"Ne?" dedim dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken. "Park IlSung, amcama yardım teklifinde mi bulunmuş?"
"İkisinin de kendi çıkarları olduğu için kısa süreli bir ateşkes ilanı gibi bir şey." Dedi Chenle sıkıntılı bir nefes eşliğinde. "Yoona sana haber vermedi mi?"
YOU ARE READING
Where The Shadow Ends
Fanfiction[Nesta] İlk defa bu dünyada gerçek bir arzum olmadığı için korkmuştum. Sonra o geldiğinde, göğüs kafesimin içindeki o terk edilmiş şehri baştan inşa etmeye başladı. Her bir köşesine kendinden bir parça yerleştirirken hiç düşünmedi, bir gün o gittiği...