☾ LXIX

143 15 58
                                    

Ulaşabileceğimiz daha da zirve bir nokta vardı. Çabaladıkça bunun yeterli gelmediğini hissedip daha da uğraşırdık. Koşar, soluğumuz kesilir ama bir türlü tatmin olmazdık çıkardığımız sonuç karşısında. Daha iyi olabilir, öyleyse bununla neden yetineyim diye sorar göz açıp kapayıncaya kadar geçen bu ömürde hep bir arayış içinde geçirirdik.

Jeno üstündeki kandan arınabilmek için çıktığında ben de Hong InKuk'un ofisine girerek bir şeyler bulabileceğimi umarak kilitli çekmeceleri aramaya başlamıştım. Birkaç gereksiz evrakta gelişi güzel gözlerimi gezdirirken kapının açıldığını duydum. Kafamı kaldırıp gelen Jeno'ya baktım. Jaemin öncesinde burada kaldığı için kullanılabilir durumda kıyafetlerinden birkaçını Jeno'ya vermeyi isteksiz bir şekilde kabul etmişti. Onu ikna etme işini ben devraldığım için gözlerini devirmişti ve ne buluyorsun bu manyakta, diye söylenmeyi de ihmal etmemişti.

"Bu herif bir gün ciddi anlamda elimde kalacak." Diye konuşarak içeri giren Jeno'ya güldüm. Onun temizlenmiş haline bakarken tek kaşımı kaldırarak kollarımı göğsümde bağladım. "İşe yarıyor en azından."

Bana onu savunduğum için tehlikeli bir bakış attı. Dudaklarımda büyümeye hazır halde olan sırıtmayı bastırmak daha da zorlaştı. Masanın arkasına doğru gelirken "Ne yapıyorsun burada?" diye sordu önümde açık dosyalara kısa bir göz atarak.

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bir şeyler çıkar diye bakınıyordum."

Kaşlarının çatıldığını gördüm. Yanımda durduğunda bedenimi ona çevirerek masaya yaslandım. "Önemli olanları ortalık yerde bırakacak birisi değil." Diye konuştu. Bana doğru bir adım daha attığında bedenlerimiz birbirinden uzak duramayan iki mıknatıs gibiydi. Elini masanın kenarına yaslayarak üstüme eğildiğinde kafamı kaldırarak onikslerinin loş ışığın altında değişmesini izledim.

"-Di." Diye mırıldandım istemsizce. "Öyle birisi değildi."

"Arina," dedi tok bir sesle ama devam ettim. "Nasıl hissediyorsun?" diye sordum gerçekçi bir merakla. "Seni bu hayatın içine çeken adamı öldürdükten sonra nasıl hissettin?"

Gözlerinin içinde dans eden duygularının bir duman gibi yoğunlaştığına şahit oldum. Doğrulduğunda kendine vakit tanıyıp hem kendisini hem de beni tatmin edecek bir cevap arar gibi bir süre sessiz kaldı. Gözlerini benden kaçırma ihtiyacı ile etrafına bakınırken dilini dudaklarında gezdirdi. "Bilmiyorum." Diye dürüst bir cevap verdi ama kendi sesi bile bunu sorguluyordu. "Nasıl hissetmem gerektiğinden emin değilim."

"Bunu ben de düşünüyorum çoğu zaman." Diye mırıldandım yumuşak bir sesle. Elim benden bağımsız bir şekilde havaya kalkarak çenesi ve yanağı boyunca gezindi. Bakışları tekrardan beni buldu. Bu bakışların içimde bir orman yangını gibi büyüyen endişeyi yok edecek etkisi vardı. "Bazen kendimi onlar gibi hissediyorum."

"Böyle söyleme," dedi boğuk bir sesle hemen itiraz ederek ama bu söylediklerimi geri alamazdım. Hissettiklerimi içimden tamamen yok edemezdim. "Bazen rahatlamış hissediyorum. Mutlu oluyorum yalvardıklarını, acı çektiklerini gördükçe ama bundan utanıyorum da." Diye konuşmaya devam ettim. Kendimi geri çekerek bakışlarımı onun yoğun bakışlarından kaçırdım. Tenim tarifini edemediğim bir duygu ile yanıyordu.

"Utanma benden." Diye konuştu Jeno tok bir sesle. Eli yumuşak bir temasla çeneme dokundu. Çenemi ona bakmam için kaldırırken boğazıma dizilmiş tüm aptalca sözleri hemen şuracıkta dökmemek için dilimi ısırdım. "Bana kapılarını kapatırsan dışarıda kalırım. Bu her şeyden daha fazla yaralar."

"Özür dilerim." Diye mırıldandım boğuklaşan bir sesle. Akamayan gözyaşları sesime karışmıştı. "Seni kırmak değildi niyetim."

"Biliyorum." Dedi usulca. Gözlerini ağırca kapatıp açarken ışıkların titreşimleri göz çukurlarına dökülen kirpiklerini koyulaştırdı. "Nasıl hissettiğini anlıyorum. Söyleyemediğin her sözü kendi yüreğimde hissediyorum. Buna yabancı değilim, birbirimize hiçbir zaman yabancı olmadık, çünkü aynı şeyleri ben de hissediyorum."

Where The Shadow EndsWhere stories live. Discover now