☾ LVIII

162 26 140
                                    

Yolun sonunu bilmeden çıktığın yolculukta en çok kendinden ödün verirdin. Başkasının pusulası hiçbir zaman doğruyu göstermez, aynı noktada bulup durursun kendini. Planına sadık kalmadığın sürece başkasının sözüne uymak ihanetten başka bir şey eklemez kesene. Elini ileri uzattığında tek gördüğün sana dönen sırtlar olur.

Bunu yaşadım, iliklerime kadar. Yirmi üç yıllık hayatım boyunca elimde hiçbir şey yoktu. Bir başıma kalmıştım en başından beri.

Yoona o gece bana ait olan dosyaları muhtemelen babam için almıştı. Babam artık bana güvenmiyor olmalıydı ve işleri kendisi ele alacaktı. Bu yüzden biricik sadık askerinden dosyaları istemiş olmalıydı, zaten babamın her şeyi izlediğini ve haberi olduğunu bilince de bu pek de şaşılası değildi, dosyaları benim aldığım kısmı.

Peki ya bunu bilerek dosyaları Yoona'da mı bırakacaktım?

Evet, öyle yapacaktım. Yoona beni aptal yerine koymaya devam edecekti ve ben de ona bu fırsatı sunacaktım, istediğini elde edecekti ama bundan sonra ben yoktum.

Gece eve geldiğinde bir süre daha sabırla beklemiştim ve güneş ufuktan doğarken evi sessizce terk etmiştim.

Kendi yoluma bakacaktım.

"Ne oldu sabahın köründe?" dedi Chenle uykulu bir sesle. "Kargalar bile daha bokunu yemedi."

Omzuna bir tane patlattım. "Yah!" diye çığlığı bastı. "Omzumu çürüttün vura vura be kızım."

"Az bile bu sana." Diye homurdandım.

"Ne bu halin? Hortlağa dönmüşsün iyice."

"Sağ ol ya." Dedim gözlerimi devirerek. "İltifatlarını özlemiştim."

"Ciddiydim ama ben." Dedi dudak bükerek. Ciddileşti tavrımı görünce. "Lee Jeno'dan haber alamadığın için mi bu huysuzluğun?"

"O da var." Dedim parkta gelip geçenleri izlerken.

Chenle'ya bu sabah bir çocuk parkının adresini atmıştım. O gelinceye kadar oturduğun salıncakta bir ileri bir geri sallanırken düşüncelerin beni boğacağını sanmıştım. Şimdi karşımda elleri cebinde benim ruhsuzca bir çocuk salıncağı istila etmemi izliyordu.

"Bir şey söylemem gerek."

"Wow," dedi ellerini testlim olur gibi kaldırarak gözlerini büyüttü. "Şu suratındaki ölü ifadeyi bir sil önce. Çok ciddi görünüyorsun ve bu hoşuma gitmedi. Hem de hiç."

Onu aldırmadan devam ettim. "Babamla görüştüm."

"Hassiktir ne?!"

"Bana planlarından bahsetti." Gözlerimi devirdim. "Yani, en azından ufak bir kısmından."

"Arina-" dedi durmamı ister gibi ama devam ettim. Ok yaydan çıkmıştı bir kere. "Park IlSung'un ona ihanet ettiğini söyledi. Onu formüller için ele veren patronunmuş. Beni de oraya gönderme sebebi herkes hakkında açık yakalamamı istemesiydi." Derin bir nefes aldım. "Park IlSung'un senin için bir baba figürü olduğunu biliyorum. Babam onu öldürmem için beni yanına çekmeye çalıştı ama bunu yapmayacağım. Muhtemelen işi kendisi devralacak ya da başka birisini bulur." Gözlerimi onun kocaman açılmış gözlerine çevirdim. "Park IlSung'a ne olacağına sen karar ver. Ona bu planlardan bahsedip etmemek sana kalmış bir şey." Omuzlarımı kaldırıp indirdim.

"Sen ne dediğinin farkında mısın?"

"Üzgünüm." Dedim mahcubiyetle. "Seni böyle bir ikileme sokmak istemezdim."

"Baban böyle bir şeyi nasıl senin üstüne yıkmaya çalışır?" Dedi inanamayarak. Ellerini saçlarından geçirdi. "Seni kullanıyordu."

"Onun yapacağı tek şey bu." Dedim gülerek. "Ben onun için bir kukladan başka bir şey değildim."

Where The Shadow EndsWhere stories live. Discover now