☾ XXXV

269 24 138
                                    

•

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bir zaman öncesine kadar içinde bulunduğun toplumda daha fazla yer edinmek ve akıllarda kalıcı bir etki yaratmak için çabalardın. Bir gün geçtiğinde seni tanıyan en azından birisinin olması bile büyük bir şey gibi görünebilirdi çünkü insanoğlu beğenilmek ve takdir edilmek isterdi. Başkalarının hayatlarındaki gri dünyaya bir renk katmak, onları kendi renginle tanıştırmak için nefes aldığını bile düşünebilirdin ama yanılgılar her zaman en çarpıcı etkiyi bırakırdı yaralı ruhunun derinliklerinde.

Kimsesiz bırakılmış çocukların tek amacı, birilerine kendilerini kabul ettirmek ve bir yere ait hissetmek olurdu. Bir sokak belki de çatısı altına sığınabileceği sıcak bir yuva. Akademi bizim için böyle bir yerdi işte. Soğuk duvarları vardı ama bir araya geldiğimizde gün içinde savurduğumuz yumrukların çetelesi tutulurken saçlarımızda gezinen bir eldi bize bir şeyleri başarmışız hissini kazandıran. Eğitmenler tarafından beğenilmek için kan ter içinde kalsak da düştüğümüz yerden azimle ayağa kalkmayı başarmıştık ama günün sonunda elde ettiğimiz skorlar bizi ne kadara pazarlayacaklarına yarıyordu. Oradan oraya savrulan bir hayat ne kadar hayat olabilirdi ki?

Chenle, Park IlSung'un himayesi altına girerek çalışmaya başladığında Mark, onu bırakan ailesini bulmak için gitmişti. Ben ise sadece babama yarayacak bir evlat olmak için yetiştirilmiştim. Bir tetikçi. Girdiğim davetleri hatırlıyordum. Babamın hedefine kestirdiği kişilerin soluklarını nasıl sessizce kestiğimi de. Ufak bir kız ne kadar dikkat çekerdi ki böyle bir ortamda? Ben de o kadar dikkat çekmiştim işte ama şimdi karşımdaki bu oğlana bakarken aslında bunda pek de başarılı olamamıştım.

Lisenin ilk senesinde eve döndüğümde babam, Akademi'de yarım bıraktığım eğitimi almamı sağlamış ve ondan sonra hem Akademi için hem de kendisi için katıldığı her yerde beni de yanında bulundururken saçlarıma ya da elbiseme iliştirdiğim bir aksesuardı asıl silah. Planlarını benimle paylaşmaz, sadece ne yapacağımı söylerdi. Bunun bizim intikamımız olduğunu söylediğinde ona koşulsuzca inanmıştım söylediklerini harfiyen yerine getirirken.

Gösterdiği kişilerle yalnız kaldığımda bazen içkilerine kattığım bir toz, bazen boğazlarını kesen bir ip, bazen de kanlarına enjekte ettiğim bir maddeydi onları ölümün soğuk kollarına iten. Bir katil, diye bir ses düşmanımdı bunca zaman. Unutup geçmişimde bıraktıklarım, onlardan kaçışımın olmadığını bana her gece kabuslarımda hatırlatırken umutsuz çırpınışlarım beni bugünlere sürüklemişti.

İyi bir insan olmak isterdim.

Belki de Dain'e karşı tarifini edemediğim duygularım asla onun gibi birisi olamayacak olmamdan geliyordu. Kıskançlık ya da imrenme değildi bu. Sadece adını koyamasam da olmak istediklerimiz ve olamadıklarımızla kalıyorduk çoğu zaman.

"Yangyang." Dedi bir adam. Ellilerinde oldukça karizmatik, dik duruşlu bir adamdı. "Gidelim." Bana hoşnutsuz bir bakış atmayı ihmal etmemişti.

Yangyang, denen oğlan gözlerini son defa benimle buluşturarak bir baş selamının ardından ona seslenen adama doğru yürüdü ve tıpkı diğerleri gibi oradan ayrıldı. Geriye masayı toplamakta olan görevliler, yerdeki çocuğu ayağa kaldıran birileri ve ben kalmıştım.

Where The Shadow EndsWhere stories live. Discover now