Acınmak benim en sevmedigim duyguydu. Birinin bana o gözle bakması hem piskolojik hem de fiziksel olarak bitiriyordu beni. Kendimi aciz ve zavallı gibi hissediyordum. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor, üzerimde de müthiş bir boşvermişlik oluyordu.
Bu benim doğama aykırıydı. Adım her ne kadar Barış olsa da, hayatım savaştı benim. Mücadele etmek ve bir şey başarıp elde edeceksem bunu ben yapmalıydım. Başkalarının en ufak bir yardımıyla, ' O olmasaydı, yapamayacaktın.' hissine kapılmak istemiyordum.
Birinin bana merhamet göstermesi de asla kabul edeceğim bir şey değildi. Mağdurluğun sebebiydi merhamet. Bir çok insan günümüzde böyle olmak istesede ben istemiyordum böyle olmak. Çünkü mağdur insanı herkes sever ve herkez onun yanında olurdu. Onu haklı bilirdi. Oysa ki ben bir şeylerin bahanesiyle değilde, sadece insanların beni ben olduğum için sevmelerini ve yanımda olmalarını isterdim. Haklıysamda, haklı olduğum için haklı olmayı isterdim.
Hayatta hep kazanan olmak istemiştim. Kazanırken de kimsenin üstüne basmadan, hakkına girmeden, elit bir şekilde kazanmak isterdim elbette. Bunun için çevremdekilerin bana dostça yardımları da bana kötü bir şeymiş gibi geliyordu. Bu çocukluğumdan gelen bir psikolojik bir durumdu ve benim elimde değildi. Kazandığımda ya da başardığımda gögsümü gere gere ' Ben yaptım. ' diyebilmeliydim.
Türker komutan, benim durumumun kötü olduğunu bildiği için borç vermeyi teklif etmişti ve bende kabul etmemiştim. Bunu başka biri, dostum ya da arkadaşım da teklif etse durum farklı olamayacaktı.
Geçmişteki yaşadıklarım bende nasıl bir yara açtıysa asla kimsenin yardımını kabul edemiyordum. Heleki bu yardım hiç haz etmediğim birinden geldiyse sinirleniyor ve bambaşka biri olabiliyordum. Başta bana yapmadığını bırakmayan adamın şimdi bana yardım etmesi hiç te samimi gelmiyordu bana.
Belkide gerçekten samimiyetle ve iyi niyetle bunu bana teklif etmişti ama ben düşmanımın bana iyi davranmasına katlanamazdım. O benim düşman olarak sayacağım bir komutandı.
Neyse ki öylede olmuştu. Bugün rotasyon göreceğim ve nöbet tutacağım nöbet kulesi 11. noktaydı. Nöbetleri Türker komutan yazıyordu ve benide özellikle o dağın başına gönderdiğini iyi biliyordum.
Garip bir şekilde buna seviniyordum ama sevinmediğim şeylerde vardı. Türker komutan, yine yapmıştı yapacağını. Haftaya çıkacağım çarşı iznimi yine sebepsiz yere kitlemişti.
...
Toplamda 7 adet nöbet klubesi vardı karakolda. Hepsi farklı farklı yerdeydi. Yedi acemi askeri nöbete alıştırmak ve bilgi vermek için, 7 üst devre asker bize oryantasyon verecekti. Hal böyle olunca bölükte pek kişide kalmayacaktı.
Benimle birlikte 11. noktaya gelecek üst devre ise Türker komutanın postası, Niğde'liydi. Normalde o, nöbet tutmazdı ama bende şaşırmıştım. Benim için gelecekti nöbete, beni gerçekten sevmişti. Bu haberi duyduğuma çok sevinmiş hatta havalara uçmuştum. 11. nokta gibi bir yerde yalnız kalmayacak ve canım sıkılmayacaktı.
14 asker teçhizatlarımızı giymiş ve tüfeklerimizi almıştık. Bölüğün önünde tek sıra halinde dizilmiş bekliyorduk. Yanımda duran Niğde'li, " Sen diğerlerine göre
tecrübelisin. " diyerek sırıttı. İlk nöbetime gittiğimde araçta onunla çok güzel sohbet etmiştik. Arada gece nöbetlerinde araca biner ve nöbetçi askerlerle gezerdi. Çok aklı başında, iyi biriydi." Rahat, esas duruş. " diyen Türker komutanın tok sesiyle herkes emrini yerine getirdi.
Önümüze durarak ellerini arkasına bağladı ve önünde dizilen askerlere baktı. Ortalarda duran postasını ve yanında ki beni görünce derin bir nefes aldı. Göğsünün şişip inmesinden anlamıştım.
Bizi süzmesinden sonra, " Annesiyle görüşmeyen varmı? " diye sordu. Herkes başını salladı ve " Yok, komutanım. " dedi.
Niye böyle bir şey sormuştu şimdi? Elbette komutanlar askerlerinin aileleriyle telefonda görüşüp, görüşmediğini sorardı ama Türker komutanın neden özellikle annesiyle görüşmeyen varmı demesine şaşırmıştım. Neden baba ya da eşi dememişti de annesi demişti?
Bu soruyu benim için sorduğunu bir kaç dakika sonra anlamıştım. Gerizekalı hem iyilik yapıyor hem ceza veriyordu. Bi öyleydi bi böyle.
" Eğer utanıp çekiniyorsanız, ben telefonumu Niğde'liye bırakacağım. İsteyen onu bulsun. " dedi bana bakarak.
Sabır dilenerek başımı diğer tarafa çevirdim ve püfledim. Asla ona minnet etmeyecektim. Evet, annemle günlerdir iletişim kuramıyordum, haftaya çıkacağım çarşı iznimde kilitliydi ama bir yolunu bulacaktım.
" Hadi bakalım doldur boşalt istasyonuna. " demesiyle harkete geçtik. Bizlere oryantasyon verecek askerler kenarda beklerken istasyonun başına biz geçmiştik.
Tüfeklerimizi büyük kazana soktuk ve sırayla komutanın, " Kurma kolunu çek - elle ve gözle atım yatağını kontrol et - sertçe bırak - emniyet aç - tetik düşür - emniyeti kapa. " talimatlarını ve emirlerini yerine getirdik.
" Hayırlı nöbetler, kolay gelsin. " demesiyle hep bir ağızdan " Sağol " dedik. Nöbet aracı bizi ilerde bekliyordu. Ben araca ilerlerken arkamda Türker komutanın postasına, " Gözün üstünde olsun, uçurumun dibine yaklaştırma. " diye tembihlediğini duymuştum. Kaşlarımı çatarak araca bindim ve sıkıntılı bir nefes aldım. Benimle özel olarak bu kadar yakından ilgilenmesi hoşuma gitmiyordu. Çocuk mu emanet ediyordu?
...
Niğde'li üst devremle 2 saatlik nöbetimiz su gibi geçmişti. Bu zifiri karanlık ve soğuk havada yanımda birilerinin olması çok büyük bir nimetti.
Gerçekten de 11. nokta bir askere verilebilecek en büyük askeri cezaydı. Bir daha buraya gelmemek için komutanın her dediğini yapmalı ve boyun eğmeliydim. Aksi takdirde yine buraya gelirdim ve bu sefer yanımda biride olmayacaktı. Uluyan ve havlayan köpeklerin sesi kulübenin dibinden gelse de korkmuyordum. Sohbetimiz o kadar koyuydu ki hoca, imamhatip lisesinde ki yaptığı şeyleri bile anlatmıştı bana. Bende ilk defa hiç tanımadığım biriyle bu kadar çok samimi oluyordum.
" Aman sakın burada uyuyayım deme. " dedi sohbetten ayrı olarak.
" Yok Abi, nöbette uyulur mu hiç? " dedim.
Güldü ve " Aferin. Buraya arada Türker komutan gelir devriyeye. Ama diğer nöbet kulübelerine pek gelmez. Bazı Nöbet vakitlerinde uyuyabilirsin. Ama bu klübe hariç. " dedi.
Böylesine disiplinli bir askerden böyle bir şey duyduğuma şaşırmıştım. Sonuçta O'da bizim gibi bir askerdi ve buraların en kıdemlilerindendi.
" Mesela sabah 7 - 9, akşam üzeri 5 - 7. Bu saatlerde uyu uyuyacaksan. Komutanlar bu saatte devriyeye çıkar. " diye bilgilendirdi.
Gerçekten çok verimli bir oryantasyon vermişti bana. Hangi nöbet saatlerinde uyuyacağıma kadar öğretmişti her şeyi. Telsiz kullanmayı, komutan geldiğinde nasıl nöbet tekmili vereceğimi... Başka türlü olaylarda ne yapmam gerektiğini de söylemişti. Sızma olayı vs. gibi olaylarda yetkinin bende olduğunu üstüne bastırarak söylemişti.
" Valla sağol be abi. Benim için geldin nöbete. " diyerek teşekkür ettim. Normalde nöbet tutmuyordu, sonuçta komutan postasıydı. Komutanın bir numaralı askeriydi.
" Sıkıntı yok kardeşim. Türker komutan rica etti ama bende keyif aldım. " demesiyle kaşlarımı çattım.
Ne yani Türker komutan, bana oryantasyon verecek askeri kendisi mi seçmişti? Evet. Hem de bu iş için en güvendiği askerini görevlendirmişti. Doldur boşalt istasyonunda da bana göz kulak olması için tembihlemişti Nigde'liyi. Resmen beni postasına emanet etmişti. Amacı neydi bunun? Her askerine karşı bu kadar düşüncelimiydi yoksa bu durum sadece üvey kardeşine mi özeldi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YA SEVERSE [ BxB ]
Romance-TAMAMLANDI- Askeri kurgudur. Yanacağı günler bitmemiş, yakacaklarına ise hiç sıra gelmemiş bir asker.. Eziyet ettiği askerine aşık olan bir komutan...