46. bölüm : DÜŞMAN KARDEŞLER

2.8K 263 95
                                    

Medyum mudur, falcı mıdır, büyücü müdür her ne zıkkımsa, bana söylediği şey kafamın içinden çıkmıyordu. Gizemli yapısı ve ürpertici kişiliği, bu şeylere inanmayan beni bile etkilemişti. Nöbet tutacağım yer 11. nokta değildi ama yinede, 9 - 11 nöbetine gitmemeye karar vermiştim. Ne yalan söyleyeyim, bu nöbete gitmekten deli gibi korkuyordum

Nöbete gitmemek için gerekli ve geçerli bir mazeretimin olması gerekiyordu. Elbette Türker'e " Falcı dedi. " diyecek değildim.

İçimde tarifi zor bir mutsuzluk ve sıkıntı vardı. Derin bir nefes alarak Türker'in kapısını çaldım ve " Gel '' sesini duyana kadar bekledim.

İçeri girdigim de onu masanın başında yoğun bir şekilde çalışarak bulmuştum. Gülümseyerek bana baktı ve " Hoşgeldin. " diyerek tekrar işine döndü. Çok meşguldü.

Parmakları klavyede gezerken sırıtarak,
" Beni mi özledin? " diye sordu.

Derin bir iç çektikten sonra başımı yere eğerek, " Şey Türker, bu günkü gece nöbetimi yarına paraflasan olur mu? Kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Hasta oldum galiba. " diye konuştum.

Hasta olduğumu duyar duymaz başını bilgisayar ekranından kaldırdı ve endişeli bir şekilde yerinden kalktı.

" Hay Allah. Kış geliyor ya ondan üşüttün heralde. " derken bana sarılmış ve ateşimi ölçmek için alnımdan öpmüştü.

Kaşları çatılmış bir şekilde " Ateşin yok ama buz gibisin. " dedi.

Rahatsız olmuşçasına kendimi ondan geri çektim ve " Çok kötüyüm, her yerim
titriyor. " dedim.

Yalan söyleyen biri olmadığım için şuan kendimi çok kötü hissediyordum. Eften püften bir sebep yüzünden O'na yalan söylüyordum ve çok utanıyordum. Hemen gözlerim dolmuştu. Burnumu çektim ve titreyen sesimle, " Nolur Türker, gönderme beni oraya. " dedim.

Gülümseyerek bana sarıldı ve " Oy kıyamam ben sana. " dedi ve saçlarıma bir iki nazik öpücük kondurdu. " Tamam. Sen hemen git koğuşuna yat, dinlen. Biraz sonra göndereceğim ilaçları da iç. " dedi.

Başımı kaldırdım ve dolan gözlerle ona baktım. Gerçekten de çok utanıyordum.
" Teşekkür ederim. " dedim.

" Ben seni arada kontrol edeceğim ama şuan iki üç saatlik işim var. Kötü olursan mutlaka gel, hastaneye gidelim. " dedi.

Başımı hafifçe salladım ve " Tamam. " dedim.

Kapıdan çıkacakken " Benim yerime kimi nöbete göndereceksin? " diye sordum korkarak. Eğer falcının dediği gibi benim nöbet saatimde bir şey olacaksa, benim yerime nöbete giden kişiye bir şey olacaktı. O kişi için gerçekten de çok üzülüyordum, belki de benim yüzümden başına iş alacaktı.

" Bilmem. Alt devrelerden birini gönderirim. Sen düşünme bunu. Hadi hemen git, yat. Yataktan da çıkma. " dedi.

Üzgünce odasından çıktım ve sıkıntılı bir şekilde koğuşuma geçtim. Nöbet saatim gelip bitene kadar da bu sıkıntım geçmeyecekti. İnşallah her kim nöbetime gidecekse bir şey olmazdı. İnşallah falcı yanılırdı.

...

Elimde badimin kol saatiyle sıkıntılı bir şekilde yatağımda bekliyordum. Nöbetime Yağız gönderilmişti ve saat 10 : 00 ' ı geçmişti. Nöbetin bitmesine yaklaşık yarım saat vardı ve şuana kadar bir şey olmamıştı.

Vakit geçtikçe ve saat on bire geldikçe bir nebze daha rahatlıyordum. Düzenbaz, yalancı falcı yüzünden Türker'e yalan söylemek zorunda kalmıştım. O'nu ilk gördüğümde aslında hasta olmadığımı, nöbete gitmek için yalan söylediğimi itiraf edecektim. Eminim ki başta kızacaktır, bana yakıştıramayacaktır ama ben ilişkimizde en ufak bir yalanın dahi olmamasını istiyordum.

Oturduğum yatağa ayaklarımı uzatarak yayıldım ve büyük bir rahatlıkla başımı yastığa koydum. Daha bir kaç saniye olmadan koridorda ki koşuşturma sesleriyle kaşlarım çatılmış ve yerimden kalkmıştım. Yatağımdan inip doğruca pencereye giderek neler olduğuna baktım. Tek gördüğüm şey, Türker'in hızla bir arabaya binip bölükten uzaklaştığıydı. Acelesi varmış da bir yere yetişiyormuş gibiydi.

İçime bi kurt düşmüş, durduğum yerde duramıyordum. Bir şeyler olmuş ya da olacakmış gibi kalbim delicesine çarpıyordu.

Koğuşun duvarları üstüme üstüme geldiği için kendimi dışarıya atmıştım. Sigara içme alanındaki asker topluluğunun yanına varırken konuşmalarınıda az çok duyabiliyordum.

" Yazık oldu çocuğa ya. "

" İnşallah bir şeyi yoktur. " cümlelerini duyar duymaz kaşlarımı çattım ve adımlarımı hızlandırarak yanlarına vardım.

" Noldu? " diye sordum titreyen sesimle.

Üst devre bir asker sigarasından bir duman daha çekti ve " 4. kulenin merdiveni kırılmış. Şu yeni gelen asker aşağıya düşmüş. " dedi.

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş, olduğum yerde kala kalmıştım. Gözümden bir kaç damla yaş süzülürken sertçe yutkundum. Tükmüğüm boğazımı kazıyarak ilerliyordu sanki.

Falcının dediği çıkmıştı. Benim yüzümden Yağız 7 metrelik kuleden aşağı düşmüştü. Olayı duymamla şuanki şokum halen gitmiş değildi. Yavaş adımlarla bölüğe dönerken vicdanım tokat gibi yüzüme vurmuş, bir anda hızlanarak koşmaya başlamıştım.

Endişeli bir şekilde öyle hızlı koşuyordum ki, gözyaşlarım bir kaç saniye içinde yüzümden siliniyordu. ' Allah'ım nolur bir şey olmasın. ' diye içimden geçirirken, korkum kuleye doğru attığım her adımda kat ve kat katlanıyordu.

...

4. kuleye 15 - 20 adım kala durdum ve gördüğüm şey karşısında bir kez daha sertçe yutkundum. Ortalık elli altıydı. Ambulans, Şok-1 tim aracı ve Türker'in arabası...

Yanağımda ki yaşları elimin teriyle sildim ve korkarak kuleye doğru yürüdüm. Gözüm direkt yerde yatan Yağız'ı görmüştü. Suratı kan içindeydi ve başında iki sivil vardı.

O'na doğru transa girmiş gibi yürürken sert bir şekilde ismimin söylenmesiyle durdum. Türker anında yanıma gelmiş ve kolumdan tutmuştu. " Niye geldin Barış? " diye sitem etti.

Kolumdan tutan ve bana konuşan adamı hiç algılayacak durumda değildim. Gözümü yerde acıdan inleyen Yağız'a dikmiştim.

Türker'in yanında bom boş Yağız'a bakarken uzman komutan yanımıza gelmişti. Kep selamı vererek, " Demir merdiven paslanmış komutanım. Daha giderdi ama vidalarından çıkmış. Askerin ağırlığını tartmamış. " diye konuştu.

Uzman komutan Türker'e bilgi verirken yerde yatan Yağız, başını bizden tarafa çevirmişti. Göz göze geldiğimizde olduğum yerde mıh gibi kalakalmıştım.

Yanına doğru endişeli bir şekilde yürürken dizlerim tir tir titriyordu. Dolan gözlerimle baş ucuna çömeldim ve elini tuttum.

Tuttuğum el, elimi sıkarken " Bitti Barış, her şey bitti. Patellam kırılmış. " dedi hıçkırarak ağlarken.

Gözümde ki yaşları elimin tersiyle sildim ve " Hayır. Hayır. Düzelecek. " dedim.

Bana öyle muhtaç ve çaresiz bir şekilde bakmıştı ki, burada benden başka kimsesinin olmadığını hissettirmişti.

Her ne kadar birbirimizi kırsak da, çekemesek de biz kardeş gibiydik. Sadece askeriye de değil, sivil hayatımızda da birbirimize yapmadığımızı bırakmamıştık ama birimize bir şey olduğunda da ilk diğerimiz koşuyorduk yardıma. Birimiz diğerine ne kötülük yaparsa yapsın aslında en büyük kötülüğü kendine yapıyordu. Çünkü biz düşman kardeşlerdik.

Diğer bölüm Barış, medyuma gidecek. Bakalım, duyacağı ve göreceği şeylerden dolayı gittiğine
pişman olacak ?

Değerli oy ve yorumlarınızı bekliyor olacağım canolar, şimdilik hoşçakalın.❤🥰

YA SEVERSE [ BxB ] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin