11. bölüm : YUVA İKİ' DE, DURUM 10

6.3K 454 59
                                    

" Başka bi istediğin varmı kardeşim? Şampuan, havlu falan? " diye soran çavuşa gülümseyerek " Yok abi, sağol. Allah senden razı olsun. " dedim.

Kıta çavuşumuzun tezkeresi çok yaklaştığı için çarşıya çıkacak ve bilet alacaktı. Benim, çarşı izinim kitli olduğu için, askeriyede bulunan ankesörlü telefon kartlarından istemiştim ondan.

" Ne kadardır bu kartlar hiç bilmiyorum. Bu kadar yeter mi? " dedim, cebimdeki parayı çıkarıp çavuşa uzatırken.

" Sıkışıksan kalsın, sonra verirsin. " dedi çavuş.

Başımı olumsuz anlamda sallayıp " Olmaz. Var param. " dedim ve cebimden bir miktar daha para çıkartarak verdim. Asla kabul edemezdim böyle bir şeyi. Yakında tezkeresini alıp gidecekti ve ben o zamanda parasız kalabilirdim. Bir daha nerde bulacaktım onu?

" Yeter kardeşim, yeter. Zaten senin kartınla, biletimi alıp döneceğim. Hemen görüşürsün ailenle. " dedi kolumu sıvazlayarak.

" Acele etme. 9 - 11 nöbetim var. Dönünce de beklerim, sıkıntı yok. " dedim.

Bir ricada bulunup, çarşıya giden üst devrelere bir şeyler ısmarlayabileceğim çavuş ve Niğde'li hoca vardı. Diğerleri çok burnu havada insanlardı ve aşırı komplekslilerdi.

Askeriyede tuşlu, internetsiz ve kamerasız telefon kullanımı serbestti ama bundan yıllar önce yaşanan büyük bir olayda Türker komutan buna yasak getirmişti. Her ne yaşandıysa, askerler cep telefonunu yakalattırmaktan çok korkuyorlardı. Ucunda ailesiyle, sevdikleriyle görüşmek bile olsa asla bu riski alamıyorlardı.

Askerlerin cep telefonu kullanımı yasaktı ama iletişim elbette vardı. Karkolda bulunan iki tane ankesörlü telefon vardı. Biri nizamiyede biri de bölükteydi. Sadece kartla çalışan bu telefonların başı çok kalabalık oluyordu. Bu kartlar askerlerin aileleriyle görüşmesinin tek bağlantısıydı. Bu yüzden askerler bu kartları altından daha değerli görüyor ve kimseye vermiyordu.

Türker komutan, ailelerimizi aramak için telefonunu postasına versede ben bunu kullanmak istememiştim. Fazla mı gurur yapıyordum bilmiyordum ama bana özel bu haktan göz göre göre faydalanmak istemiyordum. Bir çok asker ailesiyle, eşiyle, sevgilisiyle görüşse de ben ve bir kaç kişi konuşmamıştı.

Elbette karakolda diğer komutanların telefonları da vardı. Eminim ki rica edip istesem, verirlerdi ama bunada gerek duymamıştım. Nasıl olsa iki hafta yetecek kadar ankesörlü telefon kartı ısmarlamıştım. İki hafta sonunda da çarşıya çıkacağımı düşünüyordum, yani öyle umuyordum.

...

Bugün 6 saat nöbet yazmıştı Türker komutan. Tüm nöbetlerimde 11. noktadaydı. Sanrım askerliğim bitene kadar buradan çıkamayacaktım.

Kim ne derse desin askerlikte nöbet tutmak kadar rahat bir şey daha yoktu. Eğitimde yorulmuyordum ya da karakolda Türker komutanın yüzünü görmüyordum. Sadece sırtımı kulübeye yaslayıp etrafı izliyordum.

Bu nöbet kulübesinin diğer nöbet kulübelerine göre tek avantajı çok yüksekte bulunmasıydı. Mardin, ayaklarımın altındaydı. Sokaklarda insanların telaşına, taştan evlere kadar her yeri görebiliyordum. Kendimi çarşıya çıkmış gibi hissetsem de kibrit kutusu kadar gözüme görünen karakolu görünce bu hissde uçup gidiyordu.

Uçurumun dibine yaklaşıp, karakola baktım. Türker komutan eğitimde askerlerin içinden geçiyordu. Askerlerin ne kadar yoruduklarını buradan görebiliyordum. Yüzümü buruşturarak askerlerin başında dolanan Türker komutana baktım ve " Nasıl insan bu ya? " diye kendi kendime mırıldandım.

Nizamiyede nöbet tutan devremin ise keyfi yerindeydi. Küçük bir köpek yavrusu ayaklarının dibinde dolaşırken, kendisi yavruya eşlik ediyor ve ordan oraya dolanıyordu.

Hafif esen meltem, terleyen vücuduma değerken ürperme geçirince, hasta olmamak için kulübeye döndüm. Mardin'in havası gerçekten de benim duygularım gibiydi. Sabahın sıcağı ceket çıkartacak kadar kavururken akşam da hava buz gibi oluyordu. Burası dağın zirvesi olduğu için geceleri soğuk oluyordu belkide. Bilemiyordum, Adana'da hava hep sıcaktı.

Üşütüp hasta olmamak için girmiştim içeri. Zaten normal bir grip hastalığını bile zor kaldıran bir bünyeye sahiptim. Şimdi bir de hastalanırsam ne olurdu halim?

...

Nöbetimin bitmesine dakikalar kalmışken telsizden duyduğum, " Merkez, 80'li istasyonlar 65. " anonsuyla gülümsedim. Bu şifreli anons, nöbet değişiminin başladığını bildiriyordu. Telsizle iletişim kurarken böyle şifreli konuşuluyordu. Her durum rakamla ifade ediliyordu. Bizede bu rakamları ve rakamların ne anlama geldiğini ilk geldiğimizde ezberletmişlerdi.

Yaklaşık 20 dakika sonra buraya gelecekleri için kulübeden çıktım ve fazla uzaklaşmadan, ellerimi arkaya bağlayarak etrafta gezinmeye başladım.

Uçurumun her dibine gittiğimde aklıma malum olay gelsede yükseklik korkum yoktu, korkmuyordum. Genede temkinli olmamda fayda vardı.

Nizamiyeden giriş yapan çavuşu görmemle gülümsedim. Çarşıdan dönmüştü. Karkola gider gitmez konuşmalıydım annemle.

...

Nöbet aracının bir an önce gelmesini sabırsızlıkla beklerken, karakolun arka kapısından içeri girmeye çalışan kadını görmemle kaşlarım catıldı.

' Kim bu ya? ' diye mırıldanırken, merkeze durumu haber etmek için elime telsizi aldım. Tam düğmeye basıp durumu bildirecekken Türker komutanı görmemle durdum. Türker komutan, kadını kapıdan içeri almış ve lojmana doğru yürüyorlardı.

Sabır dilenerek derin bir nefes aldım. Nasıl doyumsuz bir azgınsa, bir an bile vakit kaybetmiyordu. Gündüz vakti de yapılacak iş değildi bu. Askerleri öğle yemeği için yemekhaneye gitmişken, o yemeğini lojmanda yiyecekti anlaşılan.

Dudağımı ısırırken, Türker komutanın kolu kadının omzuna gitmiş ve sarmıştı.

Telsizin kenarındaki düğmeye basarak, konuştum. " Merkez, 11 - 80. Yuva ikide durum 10. "

Kahkaha atarak beni almaya gelen araca baktım. İşte şimdi keyfim yerine gelmişti.

Merkeze, yani santralde bulunan astsubaya ' Lojmana sızma var. ' ihbarı vermiştim. Bir şey olacağı yoktu ama Türker komutanın, astsubayın lojmana gönderdiği ekiplere söyleyeceği şeyi aşırı merak ediyordum. En azından onun keyfini kaçırmıştım ve buda bana yeterdi.

Satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum canolar❤

YA SEVERSE [ BxB ] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin