28. bölüm : UTANMA

5K 294 48
                                    

Askerlikte en zorlandığım şey sabah erkenden kalkmaktı. Hava kararmadan kalkıp istemsizce yatağımı düzelttim ve dolabımdan tıraş malzemelerimi alıp lavaboya yöneldim. 3 lavabonunda dolu ve asker kuyruğu olduğunu görünce pufladım ve mutsuzca badimin arkasında sıraya geçtim. O'da ayakta uyuyordu. Birisi önüne geçip sırasını alsa ruhu duymayacaktı.

" Hadi be kardeşim "
" Su buz gibi amına koyayım. "
" Ohoo, kremini bari kenarda sürsen be devrem. " diyen seslere artık daha fazla dayanamadım ve önümde ki badimi dürterek " Ben tıraş falan olmayacağım. Zaten Kağan komutan kontrol etmiyor. " dedim ve sıradan ayrıldım. Zaten, genetik olarak vücudum da kıl yoktu. Sadece uzun süre sonra sakalım uzuyordu, oda sadece ince tüydü. Her gün olmasa da iki üç günde bir tıraş olmaya karar vermiştim.

Badim başını salladı ve uyku sersemi bi haldeyken, " Sen bilirsin. " dedi. Kapıya kadar kuyruk olan askerleri yararak ilerliyordum. Gülüşme ve bağrış sesleri birbirine karışmıştı. Uğultular, homurdanmalar derken askerlerin bu hallerine bakarak sabır dilendim. Sabah sabah nerden buluyorlardı bu enerjiyi? Her sabah bu gürültüyü ve sırayı çekmemek için ne kadar erken kalksam da, hep benden önce birileri kalkıyordu. Ama artık çözümü bulmuştum. Bundan sonra her gün tıraş olmayacaktım. Nasıl olsa her gün kontrol edilmiyordu ve birinin sakalımı kesmediğimi görmesi için burnumun dibine girmesi gerekiyordu.

Tıraş olmak için beklediğim süreyi bir kaç dakika da olsa kestirerek geçirmiştim. Askeriye de en önemli şeydi uykuydu. Yer, zaman ve mekan farketmeksizin boşluk bulduğum her zaman kestiriyordum. En alt devre biz olduğumuz için ister istemez en çok yorulan da biz oluyorduk. Mıntıka tamamen bizden sorulurdu. Usta askerlere göre daha fazla saat nöbet tutuyorduk ve bütün git gel işlerini biz yapıyorduk. Alt devremin geleceği günleri bende sabırsızlıkla bekliyordum çünkü sakat olsam bile sadece eğitimlere katılmıyordum. Diğer saydığım tüm işleri yapıyor hatta ekstradan bide Kağan komutanın angarya işleri ile uğraşıyordum.

...

Sabah kahvaltısından geldikten sonra çavuştan izin alarak doğruca koğuşuma gelmiştim. Yemekhaneye giderken bandajımı sarmayı unutmuştum ve yere basarken acı çekmiştim. Bu sakatlık gerçekten de psikolojik olarak beni bertaraf etmişti. Sanki o bez parçası olmadan hayatıma devam etkiyecekmişim gibi hissetmek beni kahrediyordu. Doktorun gösterdiği gibi kasımı kıstırarak bandajı sıkıca sardım ve koğuştan çıktım.

Herkes içtima için sırada bekliyordu. Eskiden her gün defalarca koyun gibi sayılmak bana çok mantıksız ve gereksiz gelse de sonradan hak vermiştim bu sisteme. Benim gibi firar edenin hemen bulunması için çok gerekli bir şeydi içtima. Eskiden 3 öğün içtima alınırken ben kaçtıktan sonra sabah, egitimden önce, öğle yemeğinden önce, akşam yemeğinden önce, yat içtiması derken günde 5 kez sayım yapılıyordu.

Sırada beklerken çavuş her ne kadar
" Sessiz olun, konuşmayın. " dese de yanımda ve etrafımda ki devrelerimle muhabbet ediyordum. Bunu yapan sadece ben değildim. Sırada bekleyen her askerden bi ses çıkıyordu ve ister istemez bi uğultu oluşuyordu.

Uğultu çavuşun " Dikkat " sesiyle anında kesilmiş ve herkes önüne dönerek esas duruşa geçmişti. Bende dahil herkes sağımızdan gelecek olan Kağan komutana bakacakken onun yerine başkasını görmemizle şaşkınlıkla karışık sevinmiştik. Türker komutan, bütün karizmasıyla ve sertliğiyle bize doğru yürüyordu. Yüzü her ne kadar gergin olsa da, " Oo komutanım hoşgeldiniz. " , " Sizsiz olmuyordu komutanım. " , Sizi çok özledik. " diyen sesleri duyunca gülümsedi. Şaşkınlıkla karışık sevinçle ona bakarken onun da gözü hemen bulmuştu. Bana kısa bir bakış attıktan sonra kalabalığa döndü ve gülerek
" Tamam, yeter. Sizi yalakalar. Hem ben gidince sevinin hem de gelince. " dedi.

YA SEVERSE [ BxB ] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin