Gözümü açtığımda kendimi komutanın kucağında bulmuştum. Bizim eski viranede olduğumuzu sonradan anlamıştım. Uzun yıllardır gelmedigimiz için her eşyamızı örümcek ağı kaplamıştı. Komutanım naylondan yapılmış bir sandalyeye oturmuş ve kucağında da ben vardım. Dudaklarını birbirine bastırmış bana bakıyordu. Bir eliyle sırtımı tutup diğer eliyle de belimi kavramıştı. Yan bir şekilde kucağında yatarken elleriyle beni kendine çekti ve sıkıca bastırdı. Onun sıcaklığı ve şefkati beni mayıştırsa da kalkmak için gayret ettim.
Kucağından kalkarken omuzundan tutunarak destek aldım ve öksürerek boğazımı temizledim. Firar ettiğimi ve beni bulduğunu sondalardan anlasam da gram korkum yoktu. Yakalayacak ve ceza verecek biri çoktan kolumdan tutar askeriyeye götürürdü ama o bütün bir geceyi bir harabede benimle birlikte geçirmişti.
" Eh be çocuk, niye bana gerçeği söylemedin? " diye sızlandı sandalyeden kalkarken.
Başımı yere eğip, " Bilmeni istemedim. " dedim.
Omuzlarımdan tutup beni tekrar kendine çekti ve sıkıca sarıldı. " Başın sağolsun. " dedi. Boyu benden uzun olduğu için başım onun çenesinde bitmişti. Saçımı kokladığını hissedince ürperdim ve kendimi geri çektim.
" Beni almaya mı geldin? " diye sordum.
Dolan gözlerle baktı ve " Boşver sen, düşünme. " dedi eliyle yanağımı okşarken.
Dudaklarımı birbirine bastırırken hafifçe başımı salladım ve komutanın etrafta bakındığı şeylere baktım. Her şey eski püskü, tozlu olsa da yerli yerindeydi. Pencerenin önünde kardeşimin oyuncak kurbağası, babamın oturduğu minder ve hemen yastığın üzerindeki radyosu, annemin dikiş kutusu... Pencerede rüzgardan dolayı sallanan annemin diktiği kumaş parçası derken her şeyi o günkü gibi, sanki onlar varmışcasına görmüştüm.
Komutanın, " Burda mı yaşıyordunuz? " sorusuyla dikkatim dağılmış ve geçmişten çıkıp şimdi ki zamana dönmüştüm.
Başımı onaylarcasına salladım ve " Evet. " dedim. Komutanım yavaş adımlarla tek odalı evimizi gezerken yerdeki çürümüş tahtalardan gacur gucur sesler çıkıyordu. Eline benim eski okul defterimi almış ve sayfalarını üfleyerek temizledikten sonra çatılan kaşlarıyla incelemişti. Böyle bir evde böyle bir hayat yaşadığımı tahmin bile edemezdi ama gerçekti.
Benim ona baktığımı anlayınca defteri yavaşça yerine bıraktı ve " Burada kalamazsın Barış. " dedi.
Saniyelik alaylı gümüşümden sonra " Ben yıllarca burada yaşadım. Hiç kimse burada ne yaşadığımı, nasıl yaşadığımı bilmez. Ben hayatının en güzel günlerimi burada ailemle yaşadım. " dedim.
Başını beni anlarcasına salladı ve sustu.
" Dayımların yanında kalıyorum şimdi. " derken onların beni merak ettiğini sonradan anlamıştım. Evden dün akşama doğru çıkmıştım ve şimdi sabah olmuştu.
" Benim onlara haber vermem lazım, merak etmişlerdir beni. " dedim.Komutan, " Dün akşam birisi geldi. Dayındı galiba, beni senin yanında görünce gitti. " dedi.
" Konuştunuz mu? " diye sordum.
Başını salladı ve " Tabi, uyuyordun sen. Komutanın olduğumu biliyor. O yüzden bırakıp gitti zaten. " dedi.
" Eğer beni hemen götürmeyeceksen onlarla vedalaşayım. " dedim. Alacağım cezayı az çok tahmin ediyordum ve uzunca bir süre onları göremeyeceğimi de çok biliyordum.
Sağ elini tekrardan yanağıma koydu ve
" Askeriyeyi düşünme dedim. Şimdilik bende, sende buradayız. " dedi yanağımı okşarken.Başka birinin bana merhamet etmesi asla kabul edeceğim bir şey değildi ama garip bir şekilde ona sesimi çıkaramıyordum. Sanki sadece onun merhametine sığınabiliyordum.
...
Türker komutanla dayımlara gitmiştik. Onu herkesle tanıştırmıştım ve dediği gibi evdekilere askerden kaçtığımı söylememiştim. Söylemediğim, gizli tuttuğum bir diğer konu da onun aslında benim üvey abimin olduğuydu.
Komutanım, doğulu olduğu için konuşma tarzımız, yemeklerimiz ona çok farklı geliyordu. Ortanca dayım Burhan ile yaşıt olduğu için iyi anlaşmışlardı ve sık sık onunla konuşuyordu.
Taziyeye gelen komşular ve yakınlar sayesinde evin iki odası tamamen dolmuştu. Erkekler bir tarafta, kadınlar bir taraftaydı. Yengem erkeklerin tarafında geçemediği için kapıdan bana seslenmiş ve çayları benim dağıtmamı istemişti.
Elimdeki çay bardakları ile dolu tepsiyi ilk önce köşede oturan büyüklere tutarak başlamıştım. Türker komutana tepsiyi tuttuğumda bardağı yavaşça alırken, başını kaldırıp bana baktıktan sonra " Sağol " dedi. En son dayımlara tuttuktan sonra boşalan tepsiyi kapıda bekleyen yenegeme uzattım.
" Yetti mi herkese? " diye sordu kısık bir sesle.
Başımı sallayarak " Yetti. " dedim.
Etrafım kalabalık olunca ve meşgul olunca unutuyordum acımı. Ama annemi bir daha görmeyeceğim aklıma ansızın gelince yine dalıp gidiyor ve yine kendimi soyutluyordum. Bunu fark eden kişi dibimde oturan komutanım oluyordu.
" Sen içmiyor musun? " diye sordu başını bana yaklaştırarak.
Konuşmasıyla düşlerim bir toz bulutu gibi dağılırken başımı olumsuz anlamda salladım ve " Yok " dedim.
Büyük elleriyle çay tabağını kavrayıp benim önüme koyarken " İç sen " dedi.
Sesimi çıkarmayıp bardağa bakarken yine dalmış gitmiştim. Herkesin bir hareketinde bir şey arar olmuştum. Komutanın kendi çayını içmeyip bana vermesi bana annemi hatırlatmıştı. Böyle bir şeyi insanın ancak annesi yapardı. Anne özlemi içimi sararken kendimi yine istemsizce sallanırken bulmuştum. Sırtımda hissettigim el, benim hareketlerimi kısıtlamış ve durdurmuştu. Komutanımın o eli, her defasında yanımda olduğunun ve yalnız hissetmeyecegimin ilk sinyalleriydi.
...
Misafirler gitmiş ve evde biz bize kalmıştık. Komutanım ve üç dayımla birlikte otururken küçük kuzenlerimde ordan oraya koşturuyordu.
" Kaç gün kaldı şafağa dayısı? " diye sordu ortanca dayım Burhan.
Hiç bilmiyordum ki, alacağım ceza kaç gün olacaktı? Gözlerim komutanımı bulurken O'da bana baktı ve sonra dayıma dönerek,
" Daha dün geldi Barış. " dedi gülümseyerek.Doğruydu. Acemi birliğim 1 ay sürmüş, usta birliğimde bi o kadar vardı. Yani 1 yıllık askerliğimin henüz başındaydım. Alacağım ceza ise henüz belirsizdi. Şuan kullandığım izin günleride şafağımın üstüne artı olarak ekleniyordu zaten.
Büyük dayımın " Hayırlısıyla yap gel, seni bizim arkadaşın fabrikasına işe koyalım. Hemen de münasip bir kız bulur, başını bağlarız. " demesiyle ona döndüm.
Benim yerime her şeyi düşünmüştü. Onların istediği mesleği yapacak, onların istediği kızla evlenecek, onların biçtiği rolde yaşayacaktım.
" Benim bi mesleğim var dayı. " dememle komutanın şaşkın bir şekilde bana bakmasını yakaladım. Şaşırmış, şok olmuştu. Bu baş kaldırıp, karşı çıkan tavırlarımı çok iyi biliyordu.
Dayımın, " O iş bitti. Hevesini aldın, kocaman adam oldun. Hem ben koşan birinin para kazandığını hiç görmedim, duymadım. " demesiyle komutanım dudağını yaladı. O'da dayıma çok şaşırmıştı ama benim ailem böyleydi işte.
Dayım, başını ihtimal bile vermemiş bir şekilde olumsuz anlamda salladı ve konuşmaya devam etti. " Hem sen artık bize emanetsin. Dizimin dibimden ayrılmayacaksın. " dedi keskin bir dille.
Tam ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken komutanımın kaşlarını kaldırıp bana bakmasıyla sustum. Beni cok iyi tanıyordu ve böyle bir şeye sessiz kalmayacağımı biliyordu. Bu yüzden cevap vermememi istemişti.
Şimdi susmuştum ama bu suskunluğum her şeye boyun eğip, sesimi çıkarmayacağım anlamına gelmiyordu. Onlar bugüne kadar neyi gördüyse onu okurdu ama ben kendi bildigimi okurdum.
4×400 m engelli branşında koşuyordum. Bu uğurda önüme çıkacak dayım, komutanım, veya bir başkası gibi engellerin üstünden atlayacak ve alnımın akıyla kendime sahip çıkacaktım.
Devam edecek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YA SEVERSE [ BxB ]
Romance-TAMAMLANDI- Askeri kurgudur. Yanacağı günler bitmemiş, yakacaklarına ise hiç sıra gelmemiş bir asker.. Eziyet ettiği askerine aşık olan bir komutan...