53. bölüm : UZUN SÜRMEYEN KIRGINLIK

2.8K 228 65
                                    

Şırıltı ve patırtı seslerine gözümü açmış, gördüklerime inanamamıştım. Yattığımız yer sular içerisindeydi ve sağanak şeklinde yağmur yağıyordu. Çadır delik değildi, su falan da kaçırmıyordu ama bu kadar su nasıl içeri girmişti anlamamıştım. Hiçbir şey yokmuş gibi uyuyan uzman komutana ve Türker'e baktım ve sabır dilendim. Her yeri sel götürüyordu ve bunlar fosur fosur uyuyorlardı.

" Komutanım kalkın. Komutanım. " diyerek Türker'i dürttüm.

Türker, gözlerini kırpıştırarak açarken, uzman komutan ondan önce kalkmıştı. Sağa sola baktı ve" Oğlum, noluyo lan? " diye söylenerek ayağa kalktı.

" Yağmur yağıyor komutanım. İçeri su almış. " dedim çoraplarımda ki suyu sıkarken.

Hemen apar topar giyinip botlarını bile bağlamadan dışarı çıkmıştı. Türker ise yeniden uykuya dalmıştı. Gerçekten de bu kadar uykusuna düşkün birini hayatımda görmemiştim. Koluna dokunarak dürttüm ve " Ya kalksana Türker. " dedim.

Benim dürtmemle " Hoop " diyerek irkilmiş ve kalkmıştı.

" Pes valla. Dışarıda kıyamet kopuyor, sen nasıl rahat uyuyabiliyorsun anlamış değilim. " diye söylendim.

" Noluyor? " diye söylenip etrafındaki ıslaklıkları sorgularken, " Ya hala yatıyorsun. Kalksana ve adam." dedim.

" Napıyım, yağmuru mu durdurayım. " diye konuşup rahatsızca yerinden kalkarken uzman komutan da çadıra hışımla girmişti.

Baş selamı vererek " Komutanım yağmur çok fazla. Askerlerin çadırlarıda aynı durumda. " diye bilgi verdi.

Türker başı ağrıyormuş gibi eliyle alnını ovdu ve " Tamam uzmanım. Sen askerleri içtimaya topla. " dedi.

Uzman komutan " Anlaşıldı " diyerek tekrar baş selamı verdi ve çadırdan dışarı çıktı.

Türker kalkıp kenarda duran yarı ıslanmış kamufulajlarını giyerken bana baktı ve " Çok mu ıslandın sen? " diye sordu.

" Yok, vücudumun yarısı senin üzerinde olduğu için fazla ıslanmadım. " dedim bakışlarımı kaçırarak.

Uykudan yeni kalktığı için kaşları çatıktı. Tamam anlamında başını salladı ve " Şu tabancamı versene. " dedi.

Tabancasını verirken " Ben bu cehennemden bir an önce gitmek istiyorum. " diye haykırdım. Artık gerçekten de sabrım taşmıştı. Tamamen birikmişlerin sonucu patlamış, isyan etmiştim. Asla bana göre bir şey değildi pastoral hayat. Evet, askerdik ama bu kadarı da çok fazlaydı. Hepimiz sırılsıklamdık ve hasta olabilirdik.

Derin bir nefes aldı ve " Gideceğiz zaten, tezkereniz yaklaştı. Sağlam gönderelim. " dedi. Hala tavırlıydı bana karşı. Onun kalbini kıracak şeyler söylesem de, benim de kalbim kırılmıştı. Ben de duymak istemediğim şeyler duymuştum.

Aramızda küslük olmasa da birbirimizden uzaktık. Ceviz kabuğunu doldurmayan bir sebepten dolayı kavga etmiş ve ikimizde bunun gereksiz olduğunun farkındaydık. Barışmak için sadece onun bir adım atmasını bekliyordum. Bi adım atsa yelkenleri suya indirecek, bir özür dilese ben bin özür dileyecektim. Yapım ve karakterim gereği asla ilk özür dileyen ve ilk adımı atan taraf ben olmamıştım hayatta. Eğer O'da benden böyle bir şey bekliyorsa yandığımızın resmiydi. Çünkü dediğim gibi gerkesiz gururum asla buna izin vermezdi.

...

Sicim gibi yağan yağmurun altında devrelerimle beklerken hepimiz burada akşama kadar kalmayacağımızı ve biran önce karakola gideceğimizi biliyorduk. Aramızdan bazıları buna üzülse de, benim gibi sevinenler de vardı.

YA SEVERSE [ BxB ] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin