54. bölüm : BÜYÜK FEDAKARLIK

2.8K 236 70
                                    

Dağ macerasından sonra karakola gelmek çok güzeldi. Her gün saatlerce nöbet tutsam da, devriyeye çıksam da asla bu durumdan şikayetçi değildim. Börtü böcek yoktu, gecenin zifiri karanlığında uykumun gelmesini beklemek yoktu, her işi kendin yapmak yoktu... Yastığa başını koymak ve yatakta uyuyabilmek gibi sıradan şeyler, meğerse ne büyük bir lütufmuş sonradan anlamıştım.

Tezkerem yaklaştığı için artık 11. noktada nöbet tutmuyordum. Üst devre olduğum için sadece nöbet yerim değil, nöbet saatlerim de değişmişti. Artık uykunun en tatlı olduğu saatlerde değilde, erken saatlerde gidiyordum nöbete. Geneli 9 - 11 ve 11 - 1 saatleriydi. Uykum bölünmesin diye bu erken saatlerde ki nöbetlerimden sonra uyuyordum, çünkü askeriyede en önemli şey uykuydu.

Karakola yakın bir kulede biten 9 - 11 nöbetimden sonra silahımı ve teçhizatlarımı silah haneye bırakmıştım. Hava oldukça kapalı olup her an yağmur yağabilme ihtimali olduğu için her gece yaptığım gece antrenmanımı bugün yapmayacaktım. Pek uykumda olmadığı için biraz Türker'e bakmak istemiştim. Ben daha sekiz buçuk gibi nöbete giderken çalışıyordu ve halen daha odasının ışığı yanıyordu. Bu yüzden ona yardım etmeyi ve işlerini bir an önce bitirip dinlenmesini istiyordum.

Vakit geç olsa da kantin görevlisi askeri rica ile uyandırmış ve kantinin anahtarını almıştım. Eminim ki Türker çok çalışmaktan bir şey yiyip içmemişti. Ketılda suyu hızlı bir şekilde kaynatıp, iki kupaya Nescafe hazırlamıştım. Atıştırmalık bir iki bisküviyi de hazırladığım nescafelerle bir tepsiye koydum ve kantinden çıktım.

Tepsiyi dikkatlice sol elime alıp kapıyı tıklattım ve " Gel " sesini duyduktan sonra içeri girdim. Beni elimde tepsiyle gören Türker'in gözleri anında parlamış, yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle yerinden kalkmıştı. Kapıyı kapatıp bir adım atarken hemen tepsiyi benden almış ve yanağıma bir öpücük kondurmuştu.

" Sende olmasan, kim düşünecek bu garibi? Aç mı, susuz mu.. " diye konuştu.

Gülümseyerek " Nöbete giderken hala çalısıyordun. Geldim, hala ışığın yanıyor olduğunu görünce bir şeyler hazırlayıp sana yardım edeyim dedim. " dedim.

Büyük deri koltuğun ilerisinde ki ufak masayı çekti ve üzerine tepsiyi koydu. Hemen yanıma oturup kupaları aldı ve birini bana verdi. " Sağolasın, eline sağlık. " dedi. Kahveden bir yudum alıp dudağını yaladı ve " Bitti işim zaten. Hem seni kendi işimde çalıştıracak değilim. " dedi.

" Olsun, yapabileceğim bir şey varsa her zaman. " dedim samimiyetle.

Bir kaç dakikalık sessizlikte hem kahvelerimizin yarısına gelmiştik, hem de bisküvileri yemiştik.

Kahvemden bir yudum aldım ve " Nescafeyi neli içtiğini bilmediğim için üçü bir arada yaptım. İnşallah hoşuna gitmiştir. " dedim.

Kupasında ki kahveyi tepesine dikti ve " Ellerinle hazırlamışsın, zehir olsa da içilir. " derken utanıp gülümsemiştim. Alt tarafı iki kahve yapmama rağmen bu kadar iltifatı ve güzel sözü hak ediyor muydum bilmiyordum. Tek bildiğim, ona karşı bir şeyler yaptığımda beni mutluluktan uçurması ve kendimi değerli hissettirmesiydi.

" Afiyet olsun " diyip bende kupamda ki son yudumu içtim ve tepsiye bıraktım.

Allah nazarlardan korusun, o dağda ki tartışmamızdan sonra ikimizde birbirmizi kırmamak ve incitmemek için büyük çaba gösteriyorduk. Hatta bu çaba düşkünlüğe dönüşmüştü desem yeriydi. Gerçekten de, onun dediği gibi bu tartışmalarımız bile birbirimizin değerini daha iyi anlamamız için çok önemliydi. Ama yine de biz hiç tartışmasak iyi olurdu.

Türker bir şey hatırlarcasına oturduğu yerden aniden kalktı ve masasının başına gitti. Çekmecesinden aldığı bir sürü kağıtla yanıma oturdu ve en üstteki kağıdı bana uzattı. Çatılan kaşlarımla kağıdı incelerken " Ne bu? " diye sordum.

YA SEVERSE [ BxB ] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin