3. bölüm : YENİ BAŞLANGIÇ

7.7K 530 178
                                    

Babamın da ölümünden sonra annem ve dayılarım barışmışlardı. Bizi o virane barakadan almışlar ve kendi evlerine getirmişlerdi. Onlar da babamın ve annemin evliliğine karşı çıktıkları için küslerdi anneme. Ama hiç bir zaman, dedemin babama yaptıklarını, anneme yapmamışlardı. Sadece anneme çok kırılmışlar ve iletişimi tamamen kesmişlerdi.

Bizim bu sefil hayatı çekmemizin asıl sebebi babamın babası, dedemdi. Babamı yoklukla sınamış ve aklı başına geleceğini düşünüp bizi bırakacağını sanmıştı. Bunun için çarşıda ki herkese babama ve anneme iş vermemeleri konusunda uyarmıştı. Dedem, herkes tarafından tanılan ve saygı duyulan birisi olduğu için herkes ondan korkmuş ve karşısına almak istememişti.
Aradan yollar geçsede babam annemi ve bizi bırakmamıştı. O, adi adam da elinden geleni ardına koymamıştı. Gece yarısı evimizi taşlatmış, ceviz kabuğunu doldurmayacak sebeplerden dolayı jandarmaya şikayet etmişti. En sonunda, babamın çalıştığı yerden para almasını engellemişti. Bu olay sonucunda hem torununun hemde oğlunun hayatına mâl olmuştu. Bir baba, geçtim bir babayı bir insan bunu nasıl yapardı?

...

Annemle ve ben tam 3 sene dayımlarda kalmıştık. En sonunda dayımlar anneme Bitlis'ten bir adam bulmuş ve görücü usulüyle evlendirmişlerdi. Buldukları adam 50 yaşlarında, bir çocuk babasıydı. Eşi 3 ay önce vefat etmişti. Annem her ne kadar evlenmek istemese de, bu sefer dayımlara karşı sesini çıkaramamıştı.

50 yaşında ki adam bizi Adana'dan almış ve Bitlis'e götürmüştü. Resmî nikah kıymadan sadece imam nikahı kıymışlardı. Annem de bende bilinmez bir yolculuğa çıkarken aklımız memleketimizde kalmıştı.

Üvey babam, annemle beni evine getirirken evde bizi bekleyen biri daha vardı. Üvey babamın oğlu. Benden yaşlarca büyük olan üvey abim, ne annemi nede bizi sevmişti. Annesinin hatırasına saygısızlık diye babasının evlenmesine hep karşıydı. Bunu hem babasına hemde bize hissettiriyordu. Özellikle bana karşı büyük bir kini ve öfkesi vardı. Hep ezilmesi gereken bir böcek gibi bakardı bana. Zaten biz geldikten 1 gün sonrada gitmişti evden.

Annemle benim Bitlis serüvenim de 6 ay sürmüştü. Adam kalp krizi geçirerek ölmüştü. Oğlu ona o kadar öfkeliydi ki cenazesine bile gelmemişti.

Adamla annemin resmi nikâhı olmadığı için anneme hiçbir şey kalmamıştı. Dayımlar, Bitlis'e gelmiş ve tekrar bizi Adana'ya götürmüşlerdi. Artık başka biriyle evlenmek istemeyen annem, dayımların her lafını sineye çekiyor ve katlanıyordu.

Gidecek hiçbir yerimiz olmadığı için dayımlarda kalmaya mecburduk. Annem de bende sadece benim biraz büyüyüp, elimin ekmek tutmasını bekliyorduk.

Lisedeyken öğretmenlerim benim hızlı koştuğumu görmüş ve anlamışlardı. Onlar, her ne kadar liseyi bitirdikten sonra spora yönelmemi isteselerde ben, bir an önce para kazanmak istiyordum. Lise iki de okulu bırakmış, beden eğitimi öğretmenimin yönlendirmeleriyle amatör spora başlamıştım.

Bunu öğrenen annem ve dayılarım çok karşı çıkmışlardı bana. Koşan birinin para kazanamayacağını her defasın da bana söyleseler de bu sefer kendim için bir şey yapmak istemiştim. Ve dayımlara sadece bir kaç ay anneme bakmalarını istemiştim. Çünkü antrenman için İstanbul'a gitmem gerekecekti.

İstanbul'da hem çalışıyor, hem antrenman yapıyordum. Üç ayda bir yarışıyor ve çok iyi dereceler elde ediyordum. Dayımlara annem için gönderdiğim para onları pek mutlu etmişti. Her ne kadar benim koşumamı istemeselerde ceplerine giren para fikirlerini değiştirmişti.

Seneler için de yarışlardaki derecem çok iyi olmuştu. Antrenörüm, bendeki bu yeteneği fark etmiş ve benim daha iyi yerler de olmam için beni başka bir antrenörle tanıştırmıştı. Yani artık profesyonel spora ilk adımlarımı atacaktım. Bu daha çok para kazanacaktım demekti.

Yeni antrenörüm aslen yabancıydı ve çok disiplini biriydi. Bana, " Buraya kadar yaptığın tüm antrenmanları unutacak, benim antrenmanlarımı yapacaksın. Artık merdiven altı sporcularla değil, profesyonel sporcularla yarışacaksın. " demişti.

Sadece para kazanmak için değil, ülkem için de koşacaktım. Beden eğitimi öğretmenime, okulu bırakmama karşı verdiğim sözdü bu.

Bu çok uzun bir süreç olacağı için askerlik görevimi bir an önce yapmak gerekecekti. Daha başlamayan kariyerimi bekletip, vatani görevimi yapmak en doğrusuydu.

...

Sırtımdaki sırt çantasını elime alıp, 8 ay askerlik yapacağım usta birliğine baktım. Şehir merkezine kilometrelerce uzak olan bu karakolu zar zor bulmuştum. Acemi birliğimdeki binaya bakılırsa burası çok küçüktü. Buna sevinmiştim çünkü, sesiz sakin bir yere benziyordu.

Karakolun nizamiyesine doğru ilerlerken nöbet tutan asker benim asker olduğumu hemen anlamıştı.

" Gel, gel. Bizde sizi bekliyorduk, gözümüz yollarda kaldı. " diyen asker daha şimdiden devrecilik yapmıştı.

Gülüp yoluma devam ederken nizamiyeye varmıştım. Kimliğimi ve dağıtım belgemi uzman komutana gösterdikten sonra üzerimi detaylı bir şekilde aramıştı. Çantam hem X-ray cihazından geçmiş hem de bir asker tarafından didik didik aranmıştı.

Nihayetinde nizamiyede ki aramadan çıkmış ve beni bekleyen devrelerimle birlikte yola koyulmuştuk. Karakol küçük olduğu için bir kaç dönümlük bir arazide kuruluydu. Bölüğe ulaşmamız sadece 15-20 dakikalık yürüme mesafesindeydi.

Bu mesafe devrelerimle tanışma, kaynaşma derken çabucak bitmişti. Bölüğe vardığımızda 25-30 kişilik kalabalık sıra halinde bekliyordu. Sanırım içtimaya denk gelmiştik.

Usta askerler, aç bir kurdun koyun sürüsüne baktığı gibi bize bakarken sabır dilendim. Onlar gidip usta asker olana kadar çekeceğim vardı diye düşünüyordum.

Cavuş bizi sıranın en arkasına koyarken temkinli bir şekilde etrafımda ki insanlara baktım.

" Hoşgeldin len torun. " diye boynuma yediğim tokatla irkildim.

Kaşlarımı çatarak bana vuran askere baktım ve " Napıyorsun sen ya? " dedim.

Cevap vermek yerine büyük bir kahkaha atan usta askere tüm bölük eşlik etmişti. Hepsi bana gülüyordu. Sinirden dişlerimi sıkarken, çavuşun " Dikkat! " diyen sesiyle herkes sustu ve önüne döndü.

Bende sabır dilenip önüme döndüm ve hazır ola geçtim. Bölüğün merdivenlerden ikişer üçer basamak aşağı inen adama baktım. Rütbesinden anladığım kadarıyla bölük komutanımız yüzbaşıydı. Gözündeki güneş gözlüğüyle çok karizma görünüyordu. İri yapılı vücudunu üniformadan görmesemde spor yaptığından emindim.

Çatılan kaşlarıyla tam kalabalığın önünde durup ellerini arkaya bağlamıştı. Çavuş, yüksek bir sesle " Bölük 22 er, bir çavuş ve bir onbaşıyla emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım. " diyerek tekmil verdi. Ardından da düşük bir sesle, " Yeni dönem askerler de geldi komutanım. " diyerek bilgi verdi.

Komutanın, gözündeki güneş gözlüğünü çıkarmasıyla sol tarafıma tekme yemiş gibi oldum. Bu gözleri, bu kaşı, bu sert yüz ifadesini nerde görsem tanırdım.

Komutanım, benden ve annemden nefret eden üvey abimin ta kendisiydi...

Devam edecek...

YA SEVERSE [ BxB ] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin