31. bölüm : HEM YAKIN HEM UZAK

4K 312 32
                                    

Küçükken hiç bir olayda kendimi  savunmayıp, kendimi iyi ifade edemediğim için büyüyünce bunu kavgayla ya da tartışmayla arayanlardandım. Bu yüzden hep agresif ve haksız olarak görünüyordum.

Yasin'in burada geçirdiği günler bizden fazla olduğu için kendini buranın gediklisi olarak görmesini sağlıyordu. Her askere karşı üstten konuşma, emir verme, küçük görme derdindeydi. Sanki biz onun askerleriydik de ağzından çıkacak her kelimeyi kabul edip, yapacaktık.

Sadece burada bizden daha fazla askerlik yaptığı için her şeyi yapma hakkını kendinde buluyordu. Kimse ona ses çıkarmadığı ve bulaşmak istemediği içinde bu tavırları kat ve kat artıyordu.

Çoğu asker ona bulaşmak istemese de o bir şekilde birilerine bulaşıyor, istediğini yaptırıyor, veya bir şekilde istediği oluyordu. En sonunda bana da bulaşmış ve beni çok güzel o çukurun içine çekmişti. Her ne kadar suçlu ben olsam da, onun yüzünden 10 gün askerliğim uzamıştı.

Beni tahrik etmesi normal, ben karşılık verince mi anormal olmuştu? Ben buraya kaos çıkarmaya, kavga etmeye değil askerlik yapmaya gelmiştim. Ama bu arkadaş hiçbir şekilde ne laftan anlıyor, ne de sözden anlıyordu. Hal böyle olunca da ben yapmam gerekeni yapmak zorunda kalmıştım.

Türker komutanda bazı şeyleri bilmediği için, ben de kendimi iyi ifade edemedigim için suçlu ben olmuştum. Ben de bunu kabul etmiyordum. Böyle olunca da Barış normal duramaz, sakin kalamazdı tabi.

Yasin'in ' Tabi o senin abin. ' diyip beni özel hayatımdan vurması, belki de beni çıldırtan şeydi. Türker komutan bir çok kez bana tolerans tanısada da bunu ondan isteyen ben değildim. Kaldı ki, ben ona benden uzak dur, beni diğer askerlerinden ayırma diyendim.

Suçlu sadece ben değildim, suçum varsa da kabul ediyorum ama o hariç benim burada bir kişiyle bile tartıştığım bir konu olmamıştı. Ben kimseye durduk yere bulaşmıyordum, ona da durduk yere bulaşmamıştım. O, gerçekten de bu dilden anlıyordu ve ben onu başka türlü susturamayacaktım. Ama yaptığım hareket ve küfür sonucu başta Türker komutanın, sonra da herkesin gözünde haksız ben olmuştum.

Türker komutan, benim yaşadığım sinir, öfke patlaması, buhran gibi kendimi kaybedecek duygu boşalmalarına hak veriyordu ama onun beni haksız gördüğü şey başkaydı. O varken, onu hiçe sayarak Yasin'e saldırmam ve durmadan kötü söz söyleyip küfür etmemdi. Kendimi savunurken bu yaptığım şeyleri göz göre göre meşrulaştırma olarak görmüştü.

...

Yat içtiması için bölük önünde toplanmıştık. Yasin ve benim aramda yaşanan gerginlikten dolayı, askerler sıranın bir ucunda benim, diğer ucuna da onun olması için diziliyordu. Askerler her ne kadar birbiribimizi mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışsa da, aynı yerde olduğumuz için bu pek mümkün olmuyordu. Sözlü olarak münakaşaya girmesek de birbirimize olan bakışlarımız yetiyordu.

Çavuş, komutan gelemeden önce bizi saymış ve içtimayı çoktan almıştı. Her zaman olduğu gibi bu zamanda herkes bribiriyle konuşup muhabbet ederken Türker komutanın merdivenlerden indiğini gördük. Önümüze dönüp esas duruşa geçerken çavuş içtima kağıdını tekrar kontrol etti ve " İçtima tamam
komutanım. " dedi.

Türker komutan tam da önümde durmuş ve ellerini arkasına bağlayarak göz ucuyla bana bakıyordu. Her ne kadar istikametime baksam da beni süzdüğünü hissediyordum. Başım dik bir vaziyette önüme bakarken onun derin bir iç çekip nefes aldığını duydum.

Benden bakışlarını çekerek, kalabalığa baktı ven " Var mı bi sıkıntı? " diye sordu.

O, askerlere bakarken bende burnumun dibine giren adama baktım. Beni sinir etmek için mi önümde duruyor diye düşünüp ona bakarken, bir anda gözlerimiz kesişince hemen bakışlarımı ondan çektim. Tekrardan önüme bakarken hala bana olan bakışlarını hissediyordum.

" Sigara içmek isteyenin 5 dakikası var. Sonrasında dışarda gezen, uyumayan birilerini görmeyeceğim. " dedi.

Çavuşun aldığı içtimayı imzalarken, halen daha bana bakışlarını, kaçamak attığım bakışlardan dolayı görebiliyordum.

" İyi geceler. " demesiyle bölüm çil yavrusu gibi dağılmıştı. Kimisi sigara içme alanına doğru giderken şimdiden sigarasını yakmış, kimisi de koğuşlara doğru koşturmuştu. Bende sigara içmediğim için direkt olarak bölüğe yönelmiştim.

Bölük kapısından girmiş koridorda ilerlerken duyduğum, " Barış verceğim nöbet listesini panoya as. " sesiyle duraksadım. Arkamı dönmemle elleri cebinde olan Türker komutanı gördüm. Gözlerimin içine bakarak başıyla kendi odasını işaret etti. Sanki başka bir şey diyecekmişte bu nöbet listesi işini uydurmuş gibiydi. Başımla onaylayıp, peşine düştüm ve derin bir nefes aldım.

Odasına vardığımızda ilk olarak o girmiş ve benim de girmem için kapıyı tutmuştu. Tam makamının önünde durmuştum. Kapıyı kapatıp yerine geçerken deri koltuğu işaret ederek " Otur " dedi.

" Sağolun. Böyle iyi. " dedim düz bir şekilde.

Makamına oturdu ve bana bakarak
" Küs müyüz? " diye sordu.

Sormasıyla kaşlarımı çattım ve yüzümü buruşturarak " Tabiki hayır. " dedim.

Askerliğimi uzattığı için kırıldığımı düşünüyordu. O günden sonra hiç karşılaşmamıştık. Daha doğrusu ben ondan kaçmıştım. Haksız bir şekilde aldığım bu ceza beni sinirlendirmişti. Sinirlenince de etrafıma zarar verdiğim için, kendimi tutmayıp hatalarımı devam ettirdiğim için, başta ondan olmak üzre herkesten uzaklaşmıştım.

Tek kaşını kaldırarak, " Ne o zaman bu
hal? " diye sordu.

" Ne varmış halimde? " diye sorarak soruya soruyla cevap verdim.

Sabır dilenerek bilgisayarına döndü ve
" Sanki akşam benle yatacak. " diye mırıldandı.

Kendi kendine nida edercesine konuşsa da ne dediğini duymuştum. Ne demek istedigini zaten anlamasam da anlamamazlıktan gelerek, " Efendim? " diye sordum.

İşini bırkarak bana baktı ve " Diyorum ki, niye bana böyle davranıyorsun? Yüzünden düşen bin parça. Naptıysak söyle bilelim. " dedi.

" Çok uykum var ve komutanım bölükte o kadar asker olmasına rağmen neden beni istirahat zamanımda çalıştırıyor, anlamıyorum. " dedim sitem ederek.

Şuanki iletişimimiz asker - komutan konuşması gibi değildi. Yine çizmeyi aşıp hadsizlik yapıyordum ama onunla bu derece de yakın konuşmamı sağlayan da bi nevi oydu. Asker - komutan ilişkisini bozan ve o kapıyı aralayan oydu.

Böyle çıkışacağımı düşünmemiş olacak ki verdiğim tepkiyle kaşlarını çatmış bir şekilde, " Bi çay, kahve içeriz diye düşünmüştüm. " dedi doğruyu söyleyerek.

" Uykum var. " derken masanın üzerinde, zaten hazır olan kağıdı bana doğru kaydırdı ve " Allah rahatlık versin o zaman. " dedi.

Kağıdı masanın üzerinden çektim ve umursamazca " Hıı sağol. " dedim. Bu hareketlerime ve tavrıma sabır dilenip başını diğer tarafa çevirdi. Gerçekten de bazen adamın sabrını zorluyordum.

Kapıya doğru yönelip çıkacağım zamanda " O günlerde gelecek. " diye mırıldandığını duymuştum. Yine kendi kendiyle konuştuğunu zannetmişti ama ben yine ne dediğini harfi harfine duymuştum. Yine, ne dediğini duyamama rağmen, ne demek istediğini anlamamıştım.

Oylarınızı bekliyorum canolar ❤

YA SEVERSE [ BxB ] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin