50. bölüm : IZDIRAPLI DAĞ GÖREVİ

3.4K 233 80
                                    

Askeriyenin bazı saçmalıkları ve kuralları kadar canımı sıkan durum daha yoktu. Bugün, dağa çıkacaktık ve üç gün boyunca orada son eğitimimizi alacaktık. Her devre askerin, askerliğinin bitmesine yakın bu görevi yapması bana çok saçma geliyordu. Zaten şuarada terhisimize ne kalmıştı ki? Bu eğitimi ve görevi madem en başta yapsalardı da, kalan askerliğimizde bi işe yarasaydı diye düşünüyordum. Buna benzer zamansız yapılan çok saçma şeyler vardı.

7 devre arkadaşımla birlikte teçhizat ve eşyaları otobüse yüklerken şimdiden yorulmuştuk. Çadırlarımızı da yükledikten sonra bölükte taşıyacağımız başka bir eşya kalmamıştı. Sırada yemekhane vardı. Oradan da kumanya kolilerini ve içecek sularımızı aldıktan sonra yola çıkacaktık.

Dağda alacağımız bu göreve hiç gitmek istemiyordum. Bunu kamp gibi görsem ve düşünsem de yine de hevesim yoktu. Pastoral hayat hiç bana göre değildi. En çokkta çdırda kalacağımız için tedirgindim. Bir sürü örümcek ve böcek olacaktı kesin. Düşündükçe tadım kaçıyor, ve korkuyordum.

Her ne kadar o dağa gitmek istemesem de tek şansım Türker'in de orada olacak olmasıydı. Normalde o daha önceki bu görevlere bölüğü bırakıpta gelmiyordu ama bu sefer işler değişmişti. Ben vardım.

' O kadar erkeğin içinde seni o dağa göndermem. ' demişti. Benim de canıma minneti tabi. Çünkü şu aralar onu delicesine özluyordum. Eski günlere nazaran beraber daha çok vakit geçiriyorduk ama bu bile bana yetmiyordu. Yanımdayken bile özlüyor, ayrı kaldığımız zamanlarda da sık sık gözlerim doluyordu. Sanırım tezkerem yaklaştığı için böyle bir psikolojiye girmiş, duygusallaşmıştım.

...

Dağ yolu o kadar kötuydü ki, yol boyunca sürekli bi yerlerimi vurmuştum. Oturdugumuz koltuktan çıkan gacur gucur sesler kulağımı tırmalarken, sallantıdan dolayı içim dışıma çıkmıştı. İsyan edercesine ' Yeter ' diye bağırıp otobüsü durdurmama az kalmıştı ki, sonunda durmuştuk. Otobüsün freni ile sırtım sertçe koltuğa çarparken, " Of Allah'ım. Bu ne
ya? " diye söylendim.

Önümde oturan devrem bana kahkahalarla gülerken sabır dilendim ve yerimden kalktım. Yol boyunca benim huysuzluklarıma, serzenişlerime, isyanlarıma gülmekten gözünden yaşlar gelmişti.

Hepimiz otobüsten inmiş ve sıraya dizilmiştik. Uzman komutan bizi susturmaya çalışsa da herkes birbiriyle konuşuyor, adamı kaale bile almıyordu. Ben de 3 gün boyunca kalacağımız cehennemi gözümle tarayıp, incelemeye başlamıştım.

Türker, belini tutarak otobüsten inerken yüzünü de ekşitmişti. Sanırım O'da otobüsün azizliğine uğramıştı. Hafif eğilerek yanımıza doğru yürürken kıkırdıyarak ona bakıyordum. Gözlerimiz buluşunca elini belinden çekti ve doğruldu. Küfür mırıldandığını ağzının oynamasından okumuştum.

Kaşlarını çatarak sıranın en başında ki askere baktı ve " Oğlum bu nası araç kullanma? Sakat bırakacaktın hepimizi. " dedi.

Şoför asker utançla başını eğdi ve
" Gördünüz komutanım, yollar kötüydü. " dedi kendini savunarak.

Türker çatılan kaşlarını yavaşça askerden çekti ve bize bakarak derin bir nefes aldı. Ben halen daha gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyor, kendimi zor tutuyordum.

Türker, " Önce herkes çadırlarını kuracak. Ben zaten nasıl yapacağınızı şimdi göstereceğim. Bitirenler, bitiremeyenlere yardım etsin. " derken herkes biribirine bakıyordu. Bu bakışmalar hiç te hayra alamet değildi. Eminim benim gibi kimse daha önce çadır kurmamıştı.

" Burda da her şey emirle olacak. Kafanıza göre gezmek, dolaşmak yok. " diye sert bir dille bizi uyardıktan sonra, uzman komutanla beraber çadırı nasıl kurmamız gerektiğini gösteriyordu. Herkes pür dikkat onu izlerken ben sadece onun yüzüne odaklanmıştım. Arada bir eğilip kalkerken yüzünü buruşturuyordu, sanırım belini fena incitmişti.

YA SEVERSE [ BxB ] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin