Yemeğimiz bitmişti. Sofradan kalkmak üzereydik ki Selami:
- Susun, dinleyin! diye bağırdı.
Hepimiz derhal sustuk ve dinlemeye başladık. Korkunç, gayri insani, tüyleri ürperten bir ıslık sağımdaki sofadan geliyordu.
- Aman yarabbi! dedi Selami . Hava henüz karardı! Bu gece her zamankinden erken başladı. Mumları alınız ve beni takip ediniz.
Bir kaç saniye sonra odadan çıkmış ve dörder dörder merdivenleri tırmanıyorduk. Selami önde koridorda koşarken biz elimizle mumların ışığını koruyarak onu izliyorduk.
Gürültü bütün koridoru doldurmuş gibiydi.
Oraya doğru yaklaştıkça havada hıçkıran ve itilen bir zavallının ızdrabını hissetmeye başladım.
Bu zavallıyı çılgın, deli, insani olmayan bir kuvvet sürüklüyordu.
Selami kilidi çevirdikten sonra kapıyı tekmeyle açtı ve bir adım geriledi. Bir elimizde şamdan ve bir elimizde tabancalarımız vardı. Yüzümüze çarpan gürültüyü anlatmaya imkân yoktu ki... Yarı insanî yarı hayvani çığlığı andıran sesler birbirine karışmaktaydı.
Loş odada hareket eden bir şeylerin, tahtaları gıcırdattıklarını, alçakça çığlıklar atarak dans ettiklerini hissediyorduk ama bir şey göremiyorduk.
Şaşırmıştım. Birisi sanki fıkır fıkır kaynayan bir kazanın kapağını açmış ve:
- işte cehennem burasıdır, demişti.
Ve emin olabilirsiniz ki bu böyledir. Söylediklerimden biraz bir şeyler anlayabiliyorsunuz değil mi?
Her şeye rağmen şamdanı başımın hizasına kadar kaldırarak odaya girdim. Etrafı daha iyi görmek istiyordum. Selami ile kardeşi yanıma geldiler; Arap hizmetçi hepimizin arkasındaydı.Islık birden bire şiddetlendi sonra kulağıma gayet net bir şekilde boğuk bir ses,
- Buradan çıkınız... Çabuk! Çabuk! Çabuk! dedi.
Bildiğiniz gibi dostlarım, ben bu çeşit emirleri daima dinlerim. Hiç birini alaya almam. Gerçi mesleğimin başlangıcında sinirlenirdim, kafamın dikine giderdim ama, sonraları yanlış hareket ettiğimi anladım. Bu emirleri dinlemekle hem kendi hemde başkalarının hayatını kurtardım:
Arkama dönerek:
- Dışarı, çabuk çıkalım buradan, dedim.
Bir saniye içinde dışarı çıkmış ve odayı kilitlemiştik. Olağan üstü bir böğürme korkunç ıslığa karışıyordu.Birden bire yıldırım düşmüş gibi ortalık derin bir sessizliğe gömüldü. Derhal oda kapısına koştum ve anahtarı bir kere daha çevirdim.
Arkadaşlarıma baktım, hepsi sapsarıydılar. Benim durumumda onlardan parlak değildi. Orada önce konuşmadan, hareketsiz duruyorduk.
Selami normal olmağa zorlandığı bir sesle:
- Haydi aşağı inelimde birer bardak viski içelim, dedi.
Öne geçti ve yol gösterdi. Ben en arkadan yürümekteydim. Hiç birimizde omuzunun üstünden geriye bakacak cesaret kalmamıştı,
Salona girince koltuklara bitkin bir halde yığıldık. Selami ağzına kadar viski ile doldurduğu bardakları önümüze sürdü. Bir dikişte yuvarladığımız içki az sonra kanımızı kızıştırdı.
- Bu korkunç sesle aynı evde yaşamak hoş bir şey değil, dedi, Selami. Hem bizi neden o kadar çabuk odadan çıkardınız ?
- Bir şey bana «Çabuk çıkınız» der gibiydi, diye cevap verdim. Böylesine batıl şeylere inanışım size belki gülünç görünebilir ama, benim uğraştığım işlerle hayatınız geçmiş olsaydı en küçük bildirilere bile dikkat eder, en garip haberleri bile alaya almaz, dikkatle dinlerdiniz.
Bana hak verdi.
Belkide, diye ekledim, bütün bunlar rakiplerinizin bir düzeninden ibaret olabilir. Ama benim işim her şeyi başka yöndende görmektir. Gözümü dört açmam gerekiyor. Öyle sanıyorumki, bunlar arkadaşlarınız değilse alçak ve korkunç bir şeyle karşı karşıyayız.
Uzun bir süre daha konuştuktan sonra Selami bir parti bilardo oynamamızı teklif etti. Oyunu ilgisizlikle kabul ettik.. Ve oynarken daima sesler işitir gibi oluyor, ikide birde duruyorduk.İsteksiz oyunumuz sona erdi.
Kahvelerimizi içtikten sonra ev sahibimiz yatmamızı teklif etti. Ertesi sabah erkenden kalkıp mahut odayı incelemeğe karar vererek yatmağa gittik.
Benim odam konağın yeni kısmındaydı. Kapısı tablolar galerisine karşıydı. Galerinin sonundaki kapı ise eski kısma giden koridora açılıyordu, iki kaim meşe kapı eski bölümle yeni bölümü birbirinden ayırmaktaydı.Odama girince yatmadan valizimi açarak iş âletimi çıkardım. Niyetim ıslık çalan odaya dönmek ve çalışmaya başlamaktı. ilk araştırmalarımı kendi kendime yapmak istiyordum.
Konakta ses seda kesilince yavaşça odamdan çıkarak sessiz adımlarla koridorda ilerlemeye başladım.
Kalın meşe kapılardan birini açtım, elektrik fenerimin ışığı uzun karanlık koridorda beyaz bir yılan gibi süzülüyordu.
Eşiği atladım. Meşe kapıyı arkamdan kapattım. Bir elimde tabancam diğer elimde elektrik fenerim, köşe bucağa dikkatle bakıyor ve ayaklarımın ucuna basa basa yürüyordum:
Boynuma «Koruyucu kolye» mi takmıştım. Bu kolye keskin kokulu bir dizi sarmısaktı. Bütün evi buruk kokusile dolduran sarımsakları boynumda hissettikçe kendimi güvende görerek adımlarımı daha büyük bir cesaretle atıyordum. Zira, belki sizde, sarımsak kokusunun dişi ve erkek şeytanları kaçırtan bir hassaya sahip olduğunu işitmişsinizdir. Ben tabii bir olayı izlediğime inanmakla beraber, olağanüstü olaylarında yer yüzünde mevcut olduklarını aklımdan çıkarmadığımdan bu çeşit korunmayı son derece lüzumlu addetmekteydim. Hem sonra, öylesine garip tecrübeler başımdan geçti ki, dünyada neyin olağan üstü, neyin tabii olduğunu kolay kolay ayırd edemez oldum.
Kapı önüne gelince cebimden anahtarı çıkardım. Anahtarı deliğe sokacağım an, şiddetli bir sürtünme i!e sarsıldım. Ama gerilemedim. insan göremediğime göre yanımda, boynumdaki sarımsakların beni iten cinlere karşı koruyacağından emindim. Bununla beraber hiç bir şeye fazla güvenilmezdi.
Neyseki, kapı çabuk açıldı. Bende kanadı ayağım ile iterek Timur gibi eşikten içeri bir adım attım.
Elektrik fenerimi odanın bütün köşelerinde gezdirdim. Korkunç bir şeyin beni gözetlediği hissine kapıldım. Birkaç saniye kıpırdamadan bekledim.
Sessizlik ve boşluk...
Bu sessizlik ve boşluk önceden tasarlanmış bir tuzak gibiydi...
Şey diye adlandırdığım kuvvetin ıslığından dalı ada korkunçtu. Sihir etkisini taşıyan bir sessizlik...
Sizi inceliyen korkunç şeyin sakinliği ve onun kudreti altında olduğunuzu bilişi dehşetle ürpermenize yetmekteydi. Siz onu göremiyorsunuz ama o sizi görüyordu. Oh! Evet (Şey) i derhal tanıdım ve elektrik fenerimin ışığı ile etrafı taramaya başladım.
Bir dakika bile kaybetmeden pencere tokmaklarını cebimde getirdiğim saç kılları ile bağladım. Ben bu iplerle meşgulken etrafımdaki havanın elektrik cereyanları ile dolduğunu, sessizliğin dayanılmaz bir ağırlıkla omuzlarıma çöktüğünü hissediyordum.
Bu odada (Komple korunma) tedbirlerini almadan hiçbir iş yapamayacağımı biliyordum. Hurafe diye ne bellemişsem, büyülere, cinlere, perilere karşı ne.şekilde korunulacağı aklımda kalmışsa bu çarelere baş vuruyordum. Kıllarla bağlanan pencere tokmakları cinlerin kudretini kırmaktaydı. Sarmısak kokusu şeytanları yanımdan kaçırmağa etkili bir silâhtı
Normal bir yaratıktım ama, savaştığım düşman normal değildi. Daha tehlikeli kötülerle karşı karşıyaydım: Şeytanlarla.
Pencereleri güvene aldıktan sonra şömineye doğru koştum. Bu, koskocaman, demir ve kirişlerle yükseltilen bir ocaktı. Demir kapısını yedi tel saçla bağladım. Yedinci teli dikkatli biçiminde kıvırdım.
İşimi hemen hemen bitirmek üzereydim ki alaycı ve alçak bir ıslık odada yükselmiye başladı.
Belkemiğimden aşağı buz gibi ürpertinin dolaştığını hissettim.
Bel kemiğimden aşağı buz gibi terler süzülürken, başım çatlıyacak gibi ağrıyordu. Tarifi imkânsız gürültü odayı doldurdu.
Ancak insanların çalabileceği ıslığın gülünç ve iğrenç bir şekilde taklidinden başka bir şey değildi bu ıslık. Ama öylesine kalın ve boğuktu ki bir insan boğazından çıkmasına imkân olmıyan bir solukla üfürülüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Türkiye'de Yaşanmış Cin ve Hayalet Olayları 4
HorreurSerinin 4.kitabında olayları araştırmaya devam ediyoruz