İngiltere nindoğu bölgesinde seyahat edenler o havalideki köy evlerini bilirler.
Bunlar Italyan stili etkisinde kalmış rutubet sızdıran taşlardan yapılmış yüz arlık kadar bir araziye serpiştirilmiş, gözleri okşıyan hoş evlerdir.
Bu bölge ve evler beni daima çekmiştir. Bahçeleri tahta parmaklıklarla çevrilmiş, binaları, yüz yıllık yaşlı ağaçları, sazlı gölleri, ufkunda uzak ormanların kaybolduğu Romantik manzarayı severim. yüzyılın Grek modasını izliyerek eklenmiş olan kolonlu kapılan, kırmızı kiremit damlı kraliçe Anne devrinin evlerini severim.
İçinde daima resim galerilerinin ve küçük orgların bulunduğu yüksek tavanlı küçük sofaları severim.
Yine içinde bütün kitapların, asır el yazılarından Shakspeare'in klasiklerine varıncaycaya kadar çeşitli eserleri saklıyan kütüphaneleri severim. Ve nihayet bu evler kendilerini inşa ettirenlerin, elden ele geçtiklerinde resimlerini sinelerinde barındırırlar ki beni en çok düşündüren ve hayallere yönelten bunlardır.
Onların pırıl pırıl parladıkları gençliklerini, zengin devirlerini gözümün önüne getiririm. Bu günkü durumlarile kıyaslarım.
Belki de ilk sahipleri tahmin ettiğim gibi zengin değillerdi ama, hayatları bilmediğimiz değişikliklerle doluydu ve ilgi çekiciydi...
Bu evlerden birine sahip olmak ve onu muhafaza edebilmek için yeteri kadar paramın olmasını, oraya ara sıra sevdiğim dostlar çağırmasını nasıl da isterdim bilseniz;!
Ama bu bir istek sadece. Maksadım şimdi size anlatacak olduğum, onlardan birinde geçmiş olan meraklı olaylar dolayısile dekoru tanımanız için bir tarif yapmaktı.
Castringham Hail, Suffolk'da inşa edilen binaların en eskisidir. Zamanla bir çok değişikliklere uğramış olmasına rağmen ana hatlarına hiç dokunulmamıştır. Italyan stili sokak kapısile dört köşe, beyaz büyük bir ev...
Geniş bahçesinin çevresi tahta parmaklı bordürlerle çevrili, havuzu kırmızı balık doludur. Bu sevimli binanın değişikliğe uğrıyan kısmı çoğunlukla içindedir.Dış görünüşile diğer evlerden farklı oluşu sadece sağında boy salan diş budak ağacıdır. On iki metreden uzun olan ağacın dalları hemen hemen binanın duvarlarına sürünecek yakınlıktadır.
Ağacın ev yapılmadan öncede orada bulunduğu ve Castringham'ın onu hem bir süs, hemde binaya destek olarak olduğu yerde bıraktığı tahmin ediliyor. 1690 da ev boyunca yükselmişti.
O sene, Castringham Hail bölgesi büyük bir büyücülük davası ile çalkalanıyordu. Toplumun büyücülerden fazlasiyle korktuğu ve anlıyamadıkları çözülmez olayları büyüye atfettikleri senelerdi.
Büyücüleri şiddetle cezalandırıyorlardı. Bu cürümle suçlanan kimse hakikaten bazı şeytanî kuvvetlere sahipmiydi?
Kaderleri değiştirebilecek bir gücü varmıydı?
Büyücünün büyüsü neydi?
Nasıl ispat edilebiliyordu bu suç?
İşte benim fikrime göre, bunlar hiç bir zaman cevaplandırılmamış ve kesin bir karara varılmamış sorulardı.
İşittiklerimi size anlatmıya hâlâ çekmiyorum. Ama onların hakikat olup olmadıklarını bende bilmediğim için, okur ve kendi kendinize hüküm verirsiniz.
Castringham yakılma cezasına çarptırılan bir suçlu yakalamıştı.
Madam Mothersole adında bu kadın diğer büyücülerden farklı olup, şehirde itibar sahibiydi. Zengindi.
Şehrin çiftçileri, saygı değer kimseleri, hatta rahip bile mahkemede lehine şahitlik ederek hâkimin vereceği karar üzerine tesir etmek istediler.
Kadının bir tek kötü şahidi vardı: Castringham Hall'ın sahibi Sir Matthew Fell.
Adam ikna edici gür sesile bütün imanı üzerine yemin ettikten sonra:
- Onu bir çok geceler, bilhassa mehtaplı gecelerde evimin yanındaki dişbudak ağacının üzerinde gecelik entarisiyle, elinde kara bir bıçak ince dalları keserken gördüm, demişti. Daldan dala bir kuş git» uçuyor ve kendi kendimle konuşuyordu.
Ona çeşitli tuzaklar kurdum. Fakat esrarengiz birinden haber almışçasına hepsinden kurtuldu. Bazen, o ağaçtayken bahçeye koşuyorum ve ağaca çıkıp onu yakalıyacağım sırada
bir tavşan haline girerek şehir istikametinde koşuyor. Bu kadın bir büyücü değilde nedir?
Matthew Fell bir gece büyük bir hırs içinde tavşanın peşinden koşmuştu. Hayvanın madam Mathersole'un kapısı önünde yok olduğunu görünce olanca kuvvetile kapının zilini çalmıya başlamıştı. Onbeş dakika kadar bu kaba zil çalıştıktan sonra, sokak kapısı açılmış ve gecelik gömleği ile kapıyı açan madam Mothersole hiddetle ne istediğini ona sormuştu.
Kadının hali hakikaten yataktan henüz kalkmış, uyandırılmış gibi olduğundan, Matthew Fell kapıyı neden çaldığını soyliyecek bir şey bulamamış. Ama bir büyücü için bunlar basit şeyler değimliydi?
Bu ve bunun gibi şikâyetler artınca madam Mothersole suçlu kabul edilerek ölüme mahkûm edildi.
Mahkûmiyetinden bir hafta sonra kendisi gibi beş altı bahtsızla birlikte asıldı.
Şerif yardımcısı olan Sir Matthew Fell emrin infazında hazır bulunmuştu.
Yağmurlu ve soğuk bir kış sabahıydı... Araba çamurlu otları ezerek dar ağacının kurulu olduğu Northgam istikametindeki tepeye tırmanıyordu. Arabada bulunan diğer mahkûmlar, mutsuzluklarının yükü altında şimdiden ezilmiş, sessiz oturuyorlardı ama madam Morthersole onlardan bambaşkaydı. Karakteri değişikti, cesurdu. Yerinde duramıyor, hırs içinde bağırıp çağırarak köpürüyordu.
Darağacı etrafında toplanan seyirciler
ona bakarken ürperdiler... Kadın şeytanın ta kendisiydi sanki.
Bununla beraber, bağırıp çağırmasına rağmen, kolundan tutup onu sehpaya doğru götüren kanun adamına karşı direnmedi. Ama ona el değdirmiş olanlara, cellada öylesine bir bakışla baktı ki, hepsi günlerce bu zehirli bakışın bir kâbus gibi gözlerinin önünden gitmediğini söylediler.
İdam edilirken, bir kaç kere alçak sesle anlamının ne olduğu anlaşılmıyan şu kelimeleri tekrarladığı duyuldu:
- Castringham Hall'ın ziyaretçileri olacak...
Sir Matthew Fell kadının dik duruşu ve sesindeki azametten ötürü büyük bir heyecana kapılmıştı. idamdan sonra rahibin evine giderek onunla uzun bir görüşme yaptı.
Aslına bakılırsa mahkemede yaptığı şahitlikten kalben pek memnun değildi. O manyak bir büyücü avcısı değildi ki! Ama gördüğü şeyleride inkâr edemiyordu. iyi yaşamasını seven, komşuları ve hemcinslerile iyi geçinen bir adamdı. Kadını ihbar etmekle insanlık görevini yerine getirmişti, hepsi hu kadar... Yoksa kadına düşman değildi.
Papaz onu teselli etti. Aklı başında olan her insan onun gibi davranırdı.
Bir kaç hafta sonra, yine mehtaplı bir gecede, Sir Fell ile rahip yolda karşılaştılar. Castringham Hall'a doğru ilerlediler...
Tatlı bir Mayıs gecesiydi ve ay pırıl pırıl parlıyordu. Sir Fell'in karısı hasta. olan annesinin yanına gittiğinden, Fell evde yalnızdı. Rahip onun birlikte yemek davetini hoşnutlukla kabul etti.
O gece Sir Matthew çok neşeli bir ev sahibi değildi. Konuşmaları genel olarak aile konuları ile kilise üzerine idi. îyi bir tesadüf sonucu olarakta Sir Matthew evi ve eşyaları üzerine hazırlamış olduğu yazılı vasiyetnameyi tamamlamıştı. Bunu rahibe verdi. Kendisi için büyük bir önem taşıyordu yazılı kâğıt. Saat dokuz buçuğa doğru rahip M. Crome evine dönmek için izin isteyince Sir Matthew onu bahçe kapısına kadar geçirdi.
M. Crome hayretle dişbudak ağacına bakarak:
- Ağaçta ne var? diye sordu.
Sir Matthew durdu ve ev Boyunca yükselen ulu ağaca baktıEvet, bende görüyorum ama ne olduğunu pek iyi seçemiyorum, diye mırıldandı. Bir sincaba benziyor, fakat bu saatte sincapların ağaç tepesinde işi ne? Hepsi yuvalarındadır sincapların!...
Rahip dikkatle ağaca bakmıya devam ediyordu. Ay ışığı olmasına rağmen dallar arasında sıçrıyan dört ayaklı hayvanın rengini tayin edemiyordu. Sonra onu gözden kaybettiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Türkiye'de Yaşanmış Cin ve Hayalet Olayları 4
TerrorSerinin 4.kitabında olayları araştırmaya devam ediyoruz