Çalıştığım iş yerinin daimi bir müşterisinin kızıyla evlendim. Önceleri hemen herkesin yaşadığı flört dönemlerini yaşadık, tabii bu durum iş yerimin patronları tarafından fark edilince işimden kovuldum. Neyse bir kaç ay sonra artık evlenmiştim. Ancak eski iş yerim durumun ciddi olmasına rağmen beni tekrar işe almadı. işsiz geçen uzun süre boyunca, memleketimde artık doğru dürüst bir iş bulup ailemi geçindiremeyeceğimi anladım. işlerimin hep kısa süreli olması ve bir de çocuğum olmasından dolayı sorumluluklarım çok daha fazla artmış ve iş aramak için istanbul’a gelmiştim. Yaklaşık 15 – 20 gün istanbul’da iş aradım ama maalesef en sonunda düşük bir ücretle işe başladım. Bu maaşla istanbul’un en sıkıntılı yerlerinden birinde, çatısından yağmur damlalarının aktığı bir evi, düşük fiyatlı olduğu için tutmak zorunda kaldım. Kaldığımız semtte akşamları çoğunlukla ki bazen sabahları da Texas filmlerindeki gibi sürekli silahlar patlıyordu. Bu sıkıntılı yaşam koşullarında bir çocuğumuz daha dünyaya geldi. Ben eşimi ve çocuklarımı çok seven ve sürekli onlar için kendimi parçalarcasına hayatın zorluklarına katlanan, dini inancı bütün fakat gereklerini tam olarak yerine getirmeyen birisiydim.
Kendimi sizlere yeterince tanıttığımı düşünüp, artık yaşadığım olaylara anlatmaya başlıyorum. Evimizin camından bakınca yaklaşık 1-1,5 km kadar uzaktaki ormanı görüyoruz. Ormanda sürekli yangınlar çıkar, evimizin önünden itfaiyeler hızla ormana giderdi. ilk başlarda bunun insanların kazara veya bilinçli olarak yaptıklarını düşünürdüm. Çünkü bazen ormanın eteğinde çıkan yangınların yerinde hemen gecekondular yükselirdi.
Eşime bir gün hadi ormana gezmeye gidelim, çocuklarla piknik yaparız dedim. Elimize yiyecek birkaç şey, küçük oğlumun eline bir top ve büyük oğlumun eline tahtadan daha önceden yapmış olduğum sapanla orman gittik. Eşim yiyecekleri yere serdi. Çocuklarla biraz top oynadıktan sonra, yemek yiyebilmek için yanına oturduk. Oturduğumuz yer düz bir zemin olmadığı ve biraz dik olduğu için yan yana oturmuştuk. En sağda küçük oğlum, yanında ben, benim diğer yanımda eşim ve onun öbür tarafında ise büyük oğlum, şeklinde dizilmiştik. O sırada büyük oğlum sapanını bana uzattı ve “hadi karşıdaki ağacı vurma yarışması yapalım,” dedi. Çok iyi bir sapan kullanıcısıydım. Bende, “sen o ağacın gövdesini vur, bende en üstteki tek başına ayrılmış dalı vurayım,” dedim, eşit sağlamak adına. Elime minik bir taş parçası aldım ve nişan aldım.
Tam fırlatacağım sırada birden bire kuvvetli bir rüzgâr ve ormanın uğultusu çıktı. Rüzgârın bitmesini bekleyip taşı fırlattım ve aynı anda ağacın dalını vurduğumu gördüğüm halde, 2 çocuğumda birden bire çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Ne olduğunu anlamak için çocuklarıma baktım küçük çocuğumun kafası arkadan yarılmış, büyük çocuğumun ise kolunda büyük bir yarık ve her yerleri kanlar içindeydi. Eşim, “ne yaptın sen,” dedi ama hayır ben taşı ilerideki ağaca fırlatmış ve hatta onu vurduğumu görmüştüm. Zaten imkânsız bir şekilde küçük çocuğumun başı arka taraftan yara almıştı. Yine oturma şeklimize bakılırsa ondan sekip gelen taş bana ve eşime değmeden diğer çocuğumun koluna gelemezdi. Bu bütün fizik kurallarına aykırıydı. Etrafa bakındım bizden başkada kimse kesinlikle yoktu. Ama o sırada kanlar içindeki ve feryat ederek ağlayan çocuklarımın durumundan dolayı hiç lafı uzatmadan küçük oğlumu kucaklayıp doğruca hastaneye koşturdum.
Bu olayın tamamen imkansız olduğunu eşime sonra anlatmaya çalışsam da nafileydi. Neyse ki çocuklarımda büyük sıkıntılar yoktu. Bu işe anlam veremediğim için o gece çocukları yatırdıktan sonra, bütün gece cam kenarından oturup ormanın gittiğimiz kısmına doğru baktım ve olaylara anlam vermeye çalıştım. Sabah ezanlarına yakın, ormanda o zifiri karanlıkta bir ışık seli oluşmaya başladı. Hayretle bakıyordum, rengârenk ışıklar adeta dans ediyordu. Bu ezan okunmaya başlayıncaya kadar devam etti. O zaman yaşadığımız bu olayın benimle alakası olmadığına kesin olarak inandım. Sonraki günler bu olayı çözebilmek için ilmiyle kuvvetli olduğunu duyduğum hocalara falan sordum ama nafileydi. Kimse bana inanmıyordu. Artık gözüm hep ormandaydı. Aradan neredeyse bir ay kadar geçmişti ki polis arabaları ve ambulansların siren sesleriyle ormana doğru gittiklerini gördüm
Genç bir çocuk ölü bulunmuş ormanda ve gece halkın söylentilerine göre köpekler çocuğu parçalamış. ister istemez kafamda bin türlü senaryoyla olayları birbirine bağlamaya çalışıyordum. O gece ormana gitmeye karar verdim. Çocuklar uyuyunca evden sessizce çıkıp oraya doğru gittim. Ama gece yarısı ormana girmeye bir türlü cesaret edemeyip etrafta dolaşmaya başladım. O sırada bir kavga gürültü sesleri ve ardından yine silah sesleri gelmeye başladı. Sesler yaklaşmaya başlayınca etrafta uzun zamandır yarım bırakılmış bir gecekonduya sığındım. Girdiğim bu viranenin, içeriden yapılmış bir merdiveniyle bodrum katına indim. Sesler evin önüne kadar geldi ve bir silah sesi daha geldi. Aynı anda koşuşturma sesleri başladı, bir süre sonra bir hırıltı sesinden başka bir şey kalmayınca yavaşça üst kata çıkıp etrafa bakındım. Orman ile aramızda sadece evin girişini yapabilmek için açılmış küçük bir patika vardı ve yerde bir adam yatıyordu. Çıkan hırıltı adamdan geliyordu. Çıkıp yardım etmeyi düşündüm ama o sırada ormandan aynı o gün duyduğumuz gibi bir rüzgar ve uğultu koptu. Ardından çalıların arasından bir şey uzandı. Ayın parlaklığı çok fazla olmasına rağmen net göremiyordum ama adeta dev bir pençe adamın kafasını tuttu ve ormana çekti. Çok korktum eli ayağım titremeye başlamıştı. Hemen tekrar bodruma koştum ve sabah ezanlarını duyuncaya kadar bir duvar kenarında sessizce beklemeye başladım. Ezanlar okununca bir anda koşmaya başlayıp hiç durmadan eve kadar koştum. Kapıyı hızlıca açıp içeri girdim ve bütün ışıkları yaktım…
Eşim uyandı ve “hayırdır nereden böyle bu saatte,” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim ve “namaz, namaz kılmaya camiye gittim,” dedim. Eşim ise “demek namaza başladın bak bu çok iyi,” dedi. O gün eşime, namaza başladığımı söylediğim için yalancı çıkmamak adına öğle vaktinde tekrar hazırlandım ve camiye gideceğimi söyledim. Eşim bu durumdan memnun olmuştu, çünkü o zaten benden uzun zaman önce namaza başlamış ve bana da sürekli bunu telkin ediyordu. Ancak yine de bana; “yüzün çok iyi görünmüyor. Sanırım hasta olmuşsun, istersen bu hafta sonu dışarı çıkma evinde kıl namazını,” dedi. Ama ben gece bir cinayet ve ardından da doğaüstü bir yaratığa şahit olduğum için böyleydim.
Dışarı çıkıp, belki mahalle halkından bir şeyler öğrenirim diye düşündüğüm için, “yok iyiyim ben,” diyerek dışarı çıktım. Camiye gittiğimde umduğumdan daha kalabalık bir cemaatle karşılaştım. Meğer, hafta sonu öğle namazından sonra sohbet veriliyormuş. Ben de bu sohbete katıldım. Sohbetin konusu ise dinde büyünün hakikat olduğu, büyülerin bir çoğunun cinlerle yapıldığı ancak büyü yapanın da yaptıranın da cehennemlik olduğu idi. Benimde gece şahit olduğum yaratığın, bir cin olduğu aklıma yatmıştı. Öyle ya bu kadar büyük bir pençe dünyada yaşayan bir yaratığın olamazdı, bir uzaylı olması da bana çok ters ve imkânsız geliyordu. Bir ara hocaya anlatmak istedim, ama çocuklarımla yaşadıklarımı anlattığımda insanların bana inanmadığı aklıma geldi ve vazgeçtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Türkiye'de Yaşanmış Cin ve Hayalet Olayları 4
TerrorSerinin 4.kitabında olayları araştırmaya devam ediyoruz