Ceplerimde telefonumu aradım fakat bulamadım, muhtemelen yaratık beni sararken cebimden düşmüştü ama çakmağım hala cebimdeydi. Çakmağı çaktığımda yerden yaklaşık 7 metre yükseklikteki bir tavana, baş aşağı asılı olduğumu gördüm. Geniş salonun her metrekaresi kozalarla doluydu. Bazıları çırpınmaya çalışıp sağa sola hareket ediyor, bazıları hareketsiz duruyor, bazılarının içinden inilti ve çığlık sesleri geliyordu. Sonra, karın kısmında kan lekesi olan bazı kozaların üzerinde hareket eden küçük şeyler fark ettim. Yumurtadan çıkan küçük yaratıklar, kurbanlarının karnındaki beslenme sürecini tamamlayıp dışarı çıkmışlardı ve kozalarının üzerinde dolaşıyorlardı; bazıları ise salonun zeminine atlıyordu. Dehşet içinde, tuttuğum sargıları kesmeden, birbirinden ayırmaya başladım. Oluşan uzunca bir şeridi aşağı sarkıttım ve tutunarak aşağı indim; şerit aşağıya kadar ulaşmadığı için yere 2 metre kala atlamak zorunda kaldım. Dizlerim hala hissiz olduğu için sürünerek bir köşeye çekildim ve karnımın üzerine yapıştırılmış şeridi kaldırdım. Muhtemelen şeritteki salyadan dolayı dokular iyileşmeye başlamıştı bile. Bıçakla aynı yeri kestikten sonra yumurta, iç organlarımın baskısıyla kendiliğinden dışarı çıktı ve ardından onu takip etmeye çalışan da ince bağırsağımdı. Şeridi tekrar yaranın üzerine yapıştırdım ve gömleğimle karnımın etrafını sardım. Salondan bir çıkış ararken üzerime yürüyen ve yukarıdan dökülen küçük yaratıkları, çakmağın aleviyle geri püskürtüyordum. O sırada duvarın dibinde dar bir geçit gördüm. Sürünerek geçide girip ilerlemeye başladım. Dar, boğucu ve tozlu dehlizde sürünürken karnımdaki kesiğin ağrısı dayanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Bir ara dehlizin karşısından bana doğru hızla ilerleyen bir karaltı gördüm. Bana doğru gelirken bazen birkaç parçaya ayrılıyor, bazen de birleşip tek parça halini alıyordu. Ciyak ciyak çıkardığı sesler bir uğultu şeklinde duyuluyordu. Biraz daha yaklaştıktan sonra bunun, karnımın kokusunu alıp çılgına dönmüş bir fare sürüsü olduğunu fark ettim. Önden koşan birkaç tanesi daha önce yetişip kollarımı ısırmaya başladı. Ellerimden kurtulanlar yüzüme saldırmaya başladılar. Çakmağın ateşi, bu gözü dönmüş saldırganları korkutmuyordu. Bana doğru ilerleyen büyük grubun bana ulaşmasına az kalmıştı. İçinde zor hareket ettiğim o dar, taş delik benim mezarım olacaktı, hem de yaşanabilecek en kötü ölümlerden biriyle. O an bir su sesi duyar gibi oldum. Sağ taraftan geliyordu. Çakmağı çaktığımda birkaç metre önümde, sağ tarafta, biraz daha geniş bir dehlizin olduğunu fark ettim. Var gücümle sürünmeye başladım ve az sonra kalabalık fare grubuyla çarpıştım. Onlar kollarımı ve yüzümü ısırırken, ellerimle onları dağıtmaya çalışarak geniş dehlize döndüm. Artık su sesi daha da yakından geliyordu. Emekleyerek karanlık dehlizde ilerlerken fareler beni takip ediyordu. Sonra ellerimi boşluğa attığımı fark ettim ve beraberinde tüm bedenim o boşluğa düşüp soğuk sularla buluştu. Bu muhtemelen bir yeraltı nehriydi. Yüzüme vuran ışıkla ve Mısırlı’ların sesleriyle kendime geldiğimde gözümü açıp tepemde parlayan güneşi gördüm.
Başımı kaldırdığımda, Nil Nehri’ndeki balıkçı teknelerinin birinde olduğumu fark ettim. Götürüldüğüm hastanede ifademi alan polislere İdris’in başına gelenleri anlattığımda, ülkeye o isimli birinin giriş yapmamış olduğunu söylediler.
Hemen telefonla Sertaç’ı aradım ve olanları anlattığımda Sertaç ” İdris de kim?” dedi.
“Liseden sınıf arkadaşımız, hani geçenlerde çay bahçesinde 5 arkadaş buluştuğumuzda o da aramızdaydı ya.” dedim.
Sertaç “Lisede İdris diye biri hiçbir zaman olmadı, o çay bahçesinde de sadece 4 kişiydik.” dedi.
Kafam allak bullak olmuştu ve hastanede verilen ağırı kesici ilaçların etkisiyle uykuya daldım. Rüyamda; beyaz keten kıyafetler içinde İdris’i gördüm. Omuzunda bir ibis kuşu vardı. Bana “O dehlizlerden çıkmayı başardın, artık sen de bir Osiris rahibisin.” dedi.
![](https://img.wattpad.com/cover/108656602-288-k978952.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Türkiye'de Yaşanmış Cin ve Hayalet Olayları 4
TerrorSerinin 4.kitabında olayları araştırmaya devam ediyoruz