Merhaba kitap dostları. Yepyeni bir bölümle daha sizlerleyim.
Nasılsınız bakalım görüşmeyeli.
Bakalım bizim abla kardeş nasıllar?
Köşeye sıkışmaya başlayan Nihan, kız kardeşine karşı savunmasızdı fakat geçerli bir savunma yapması gerekiyordu. Yoksa işler içinden çıkılmaz bir hal alacak ve iki kız kardeş bir keşmekeşin girdabına doğru tepetaklak yuvarlanacaktı. "Senin ağzından çıkanı kulakların duyuyor mu acaba? Farkında mısın hayal gücün sınırları zorluyor. Sınırı aşmazsan sevinirim. Şimdi kulaklarını açta beni iyi dile. Bir kere Sinan, benim hocam. Böyle mesnetsiz iddialarla karşıma geçip bana hesap sormazsın. Seni böyle bir yakıştırmadan men ederim!"
Peş peşe gelen usturuplu açıklamalar Canan'ı hiç mi hiç etkilememişti. Göz bebeklerine sinen kıskançlık ve hoyratlık kendi doğrularını peşindeydi. "Ben onu bunu bilmem. İkinizin arasında bir şey geçmesinde zaten. Hayal gücü dediğin düşünce yetisidir, çok şükür benim beynim tıkır tıkır çalışıyor. Üstelik ağzımdan çıkan her sözü de duyabiliyorum. Senin o konuda için rahat olsun ve şunu hiç aklından çıkarma Sinan, benim..."
Fütursuz sözlerin sahibi özbeöz ablasıydı ve artık onu tanımakta zorluk çekiyordu. Şirazesi kaymış yolundan sapmış bir avare gibi destursuz davranıyor ve hiçbir şeklide kendisini dinlemiyordu. Sesinin tonunu olabildiğince yumuşatarak kız kardeşiyle duygusal anlamda bağ kurmaya çalışıyordu. "Canan abla, sana ve fütursuz sözlerine inanamıyorum. Son zamanlarda çok değiştin ve ben seni tanımakta cidden zorluk çekiyorum. Her şey iyi güzel de hiç düşünmüyor musun? Eğer Sinan Hoca, aşkına karşılık vermezse ne yapacaksın? Hani benim deyip duruyorsun ya?"
Canan, duymak istemediği tenkitlerle karşılaşınca ister istemez hiddeti ikiye katlanmıştı. Öfkesine uşaklık eden duyguları kabardıkça kabardı ve ar damarı çatlamış gibi kız kardeşinden ikinci bir hesabı sormaya kalkıştı. Sanırsın gök kubbesi başına yıkılmış yıkılan enkazın altında kalan varlığı da can çekişiyordu. Ela gözlerin çeperleri kan kırımız rengini alırken nefesindeki tutukluk her hücresine yayılmış bakışlarındaki zorbalık alıp başını gitmişti. "Bana bak, ikidir aynı cümlelerin etrafında dönüp duruyorsun. Karşılık vermezse derken neyi ima etmek istiyorsun sen?"
Canan'ın kati duruşu caydırıcı ve zorbacaydı. Onun serdengeçti benliğini ele avuca almak Nihan gibi hassas ruhlu biri için bir hayli yorucuydu ama elinden geleni yapmak istiyordu. İstiyordu çünkü aynı gemide yol alıyorlardı. "Benim canım ablacığım, söz gelimi diyorum. Her seven karşılık bulabiliyor mu aşkına? Eğer sonunda aşkına karşılık bulamazsan ben senin üzülüp kahrolmanı istemem. Bütün çabam seni dibi görünmeye kör bir kuyuya düşmekten korumak. Unuttuysan hatırlatayım, sen benim ablamsın ve ben seni çok seviyorum."
Sevgi ve insanın kulağına sevgiyi fısıldamak; çoğu zaman işe yarar ama Canan, üzerinde etkisi olacak mı bilinmez.
Nihan, ablasının içinden geçtiği ruh halini anlayabiliyordu, karmaşık duygularını da algılayabiliyordu çünkü aynı karmaşayı kendisi de yaşıyordu. Kendisi aşk konusunda bir adım geriden yürümek istiyordu lakin Canan için maalesef bu söz konusu bile değildi. Onun tüm varlığı topyekûn aşkın kızıl alazında magma tabakası gibi içten içe yanarak sürekli harlanıyordu...
Nihan'ın sözleri ablası üzerinde az buçuk tesir gösterse de Canan, hâlâ gergindi ve yanağını içini dişleyip duruyordu; çünkü susturamıyordu kalbinin sesini durduramıyordu ruhunda kopan fırtınayı.
Saliselerce düşünmüş dakikaları bir adım öne taşımıştı. Şimdi bakışlarında bir başkalık vardı. Yalın ve boştu gözlerine yüklediği anlam. Samimiyetten uzak ve aldatıcı. Yavandı sözlerinin durağı ve kışkırtıcı. Soğuktu kız kardeşinin elini tutup ikna etmek isterken. Buz gibi soğuk ve hissiz. "Tamam, ben sana inanıyorum. Sen akıllı kızsın neyi yapıp yapmayacağını çok iyi bilirsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Müdürün Peçeli Kızı
General FictionEvrenin rüzgarına kapılmış dönüyordu Dünya. Ülkelerden bir ülkede, şehirlerden bir şehirde, bu döngüye kapılmış yaşayıp giden mutlu bir ailecik vardı. 20.1.2019