Hüzünlü Kalp B.30.

4.4K 269 57
                                    

Selam kitap dostları. Bakalım bizim Müdür Beyin evinde neler oluyor?

Şimdilik küçük bir aileyiz inşallah zaman içinde hızla büyüyeceğiz. Okuyan, beğenen, yorum bırakan herkese teşekkür ediyorum.

"Sinan oğlum kahvaltı hazır hadi sofraya gel yoksa okula geç kalacaksın." Odasının dışından gelen sesle silkelenip kendine geldi. Zihni o kadar meşguldü ki, zamanın nasıl geçip gittiğinin farkına bile varamamıştı. 

Tabii ya, okula gitmesi ve öğrencilerine ders anlatması lazımdı lakin bu karmaşa içinde nasıl yapacağını bilememenin güçlüğüne yaşıyordu çünkü dağılan zihnini toparlamak bir hayli yorucu görünmekle beraber bütün şevkini kırıyordu; acaba bugün okula gitmese miydi? 

Yok, gitmeliyim, eğer okula gitmezsem dışarıya çıkamam; dışarıya çıkmazsam kendime gelemem. Benim bir an önce kendimi toparlamam lazım, aksi takdirde bu sorun kafamın içinde büyüdükçe büyüyecek ve içinden çıkılmaz bir hal alacak, diye sesli düşündü. Bu işi bugün halletmeliyim yoksa düşüne düşüne kafayı yiyeceğim, diye tekrarladı içinden.

Peki, ama nasıl hallolacaktı işte orasını bilmiyordu. Kendi kendine sorduğu soruya yine kendisi cevap verdi. Yapılması gerekeni yapacağım ve ondan sonra olayları zamanın akışına bırakacağım. İnşallah işler büsbütün rayından çıkıp iyice karışmaz ve umduğumdan daha kolay olur, diye dua etti.

Kahvaltı sofrası hazırlamıştı annesi fakat aldığı lokmalar ağzında çoğalıyor bir türlü kursağından geçmek bilmiyordu zaten annesini kırmamak için oturmuştu sofraya da. Bir bardak çayı da kendine gelebilmek için içmişti. 

Evden ayrılır ayrılmaz ilk iş olarak okula gitti. Öğleden sonra kalbinde bir sepet hüzünle Müdür Bey'in evine gidecekti çünkü bugün gencecik bir insanın kalbini kıracaktı. Ona kendisini sevmediğini söyleyecek ya da ima edecekti her hâlükârda kalp kıracaktı fakat aslen kalp kırmayı hiç mi hiç sevmezdi; bir düşünün... 

Bana göre bir insanın diğer bir insanın yüzüne karşı "Seni sevmiyorum" demesi kadar ağır bir söz daha yoktur şu yeryüzünde. İşte Sinan Hoca hiç istemediği halde bugün bu eylemi yapacaktı. Belki de gencecik bir kızın hayatını bozguna uğratacak, körpe hayallerini darmaduman edecekti. 

Peki, kendisinin bunu yapmaya hakkı var mıydı? Bu hakkı kendinde görmediği içindi çektiği bunca sancılar. Her serzeniş bir insanın hayatına dokunacak olmasaydı ne diye ince eleyip sık dokunmak isteyecekti...

Mesela; bugün hem kendisi hem de Canan, kaybedecekti. Mesela; bugün hem kendisi hem de Nihan, kaybedecekti. Peki, herkes kaybedecekse bu üçlü aşkın kazananı olmayacak mıydı?

İşte en can alıcı soru buydu... Görünüşe bakılacak olursa hiçbiri kazanamayacak üçü birden kaybedecekti. Onlar gençliğin baharında ilk defa yenilgiyi tadacaklar belki de budan böyle yenilgi yenilgi büyüyeceklerdi. Muhtemelen bu yenilgi onların hayatının ilk yenilgisi ve dersi olacaktı; zaten hayat düşe kalka yaşanan bir denklem değil miydi? 

Sinan, kendi iradesiyle kurguladığı oyunu sergilemek için adımlarını sayarak lojmanın yolunu tuttu. Gidiyordu gitmesine ama ayakları bir adım ileri iki adım geri ilerliyordu. Lojmana yaklaştıkça kafasının içindeki düşünceler sanki iki görünmez el olmuş boğazını sıkıp onu nefessiz bırakıyordu. İnsan ne kendi kaderinden ne de akıbetinden kaçabilir sonunda lojmanın önündeydi. 

Önce uzunca bir nefes alarak ciğerlerine oksijen takviyesi yaptı çünkü rahatlamaya ve rahat görünmeye ihtiyacı vardı. Ciğerlerine yaptığı nefes takviyesi sonucu biraz rahatlamıştı, rahatlamanın ardından kısa vuruşlarla dış kapıyı tıklattı. Kendisini sıradan gösterecek ne kadar maske varsa hepsini taktı yüzüne. 

Müdürün Peçeli Kızı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin