Merhabalar! 40. Bölümü geride bıraktık ve 20K olduk. 20 milyonu görmek sizlerin elinde...
Hâlâ okuyup kaçanlar var maalesef. Bir yıldızı bir çift kelamı çok görmeyin, görmeyin ki yazma şevkimiz kırılmasın.
İnsanoğluna nasihat kâr etmez. Yanlıştan dönmek veya herhangi bir şey hakkında tecrübe kazanmak için illaki ateşten gömleği giyip kendini o ateşte yakması lazım. Başka bir alternatifi yok bunun.
Genç kızın ela gözleri büyüdükçe büyüdü ve başını sağa sola sallamaya başladı. "Hayır, sen beni sevmiyorsun çünkü hâlâ gözlerin bomboş bakıyor!"
Biraz önce aşk dolu gözlerle bakan kıza ne olmuştu da şimdi kendinden geçmiş gibi yüksek sesle konuşuyordu. "Canan Hanım, kendinize gelir misiniz lütfen.""
"Hayır, gelmiyorum. Yalancısın sen. Hani bana acıdığın için değil de sevdiğin için yanımdaydın?"
Sinan ne diyeceğini bilemiyordu, üstelik yalancı konumuna düşmüştü. Madem okumuştu gözlerinden her şeyi gerçeği söylese miydi acaba?
Hışımla ayağa kalkan genç kızın yeniden bir yıkım yaşadığı belliydi ama dakikalar öncesine nispetle şimdi daha sakindi. "Madem bana acımayıp sevdiğin için yanımdasın, o halde neden gözlerinde ben yokum? Neden gözlerine baktığımda orada kendimi göremiyordu?"
Sinan susmuştu çünkü genç kızdan böyle bir tepki beklemiyordu. Canan bir adımda sevdiği adamın tam karşısına geçti ve tekrardan uzun uzun gözlerinin içine bakmaya başladı; sanki kendini orada arar gibiydi. "Yalancısın işte. Eğer kalbinde ben olsaydım oradaki aşk gözlerine yansırdı. Ben sana yani gözlerine baktığım zaman bana olan aşkı gözlerinde görebilirdim."
Gerisin geri adımlar atarken avuç içlerini birbirine vurdu. "Yok, orada bana dair hiçbir şey yok!"
"Yapma Canan, ben seni seviyorum!"
Canan, yanaklarını şişirerek derin bir nefes aldı ve aldığı nefesi oflayarak geri bıraktı. "Biliyorum, seviyorsun ama aşkla değil; herhangi bir insanı sever gibi. Canı yanan birine şefkat gösterir gibi. Kanadı kırık yavru bir kuşa yardım eder gibi."
Sinan, bocalıyordu çünkü karşısındaki genç kız her şeyi harfi harfine doğru söylüyordu. "Fakat," dedi ama sözü yarıda kaldı.
"Yalanım yok, eğer sen olmasaydın şefkatin olmasaydı kendimi asla toparlayamazdım. Senin yanımda olman bana can suyu gibi iyi geldi. Kendi kendime umutlandım belki dedim belki ama birlikte bunca zaman geçirdik olmazsa olmuyor demek ki."
Canan, hem konuşuyor hem gözyaşı döküyordu.
"Canan yapma böyle, ben seni gerçekten seviyorum! Aşk duygusu belki zamanla oluşur aramızda. Önce sevmek gerekir eğer seversen sevgi aşkı beraberinde getirir."
Sinan, genç kızın perişan halini gördükçe paniklemeye başlamıştı. Canan'ın tekrar kendisine zarar vermesinden korkuyordu. Genç öğretmen oturduğu sedirin üzerinden kalktı ve birkaç adım atarak salonun ortasında doğru yürüdü. "Tamam, madem seni sevdiğime inanmıyorsun o zaman evlen benimle!"
Canan, duyduğu kelimelerin tınısıyla kısa süreliğine bir şok daha yaşarken gözlerini Sinan'ın yüzüne çevirdi ve dik dik bakmaya başladık. "Ne demek şimdi bu? Olmaz asla olmaz. Ben bedeni benim yanımda ruhu başka yerde olan biriyle evlenmem. Evet, doğru sen benim yanımdaydın ama ruhun ve kalbin hiçbir zaman benim yanımda değildi; şu anda olduğu gibi."
Sinan, "Yanılıyorsun," diyecek oldu Canan, başını olumsuz anlamda sağa sol salladı. "Yanılmıyorum. Ben ne zaman senin gözlerine baktığımda orada kendimi görürüm işte o zaman seninle evlenirim. Ben senin ruhsuz bedenini değil sadece aşkını istiyorum; sadece aşkını..."
Sinan, donup kalmıştı. Canan, hocasının tutuk halini görünce hafiften gülümsedi. "Hocam şu an sana baktığımda gözlerinde sadece endişe görüyorum ama merak etmeyin aynı hataya bir kez daha düşmem. En azında dersimi aldım. Bundan böyle bu tür hatalara düşmemeye gayret edeceğim."
Sinan sevinsin mi üzülsün mü bilemiyordu. Canan'ın biraz bencil olduğunu düşünmüştü ilk başlarda fakat görüyordu ki hiç de öyle biri değildi; sadece duygularına yenik düşmüş ve bir bocalama evresi geçirmişti. Tabii gençliğin gözü karalığını da hesaba katmak gerekirdi.
Sinan'a yaklaşarak ellerini ona doğru uzattı Canan. "Hocam, benden uzak kalma zira senin arkadaşlığına ihtiyacım var. Senden tek istediğim benden uzaklara gitmemen. Seni yakınımda görmek bile bana güç vermeye yetiyor. Umarım bunu benden esirgemezsiniz. Beni tamamen terk edip gitme; gitme ki ben güçlü kalabileyim çünkü tek başıma mücadele edemem."
Sinan, ona uzanan elleri sıkıca kavradı. "Sana söz veriyorum her zaman yanında olacağım."
Bütün bu konuşmaları yaşlı gözlerle kapı aralığından izleyen biri vardı...
Tabii ki de bu Nihan'dan başkası değildi. Genç kız, bir taraftan Sinan'ın gayretlerini kendi içinden takdir ediyor diğer taraftan da Canan'a "seni seviyorum dedikçe" kalbinin yerinden sökülüp lime lime parçalara ayrıldığını hissediyordu. Her ne kadar kendisi Sinan'a aşkını itiraf etmemiş olsa da.
İnsanın illa ki karşı tarafa olan duygularını haykırmasına gerek yoktu. Bazen insan bakışarak da anlaşabilir ve duygularını karşı tarafa aktarabilirdi.
Nihan'ın yüzünü Sinan Hoca, görmüyor ki; nasıl bakışarak anlaşsınlar dediğinizi duyar gibi oluyorum...
Onlar duyguların çekim gücü vasıtası ile aşkın tarifsiz sesini kendi aralarında duyabiliyorlardı. Sevgi bağı diye bir kavram vardı ve bu kavram gönülden gönle su gibi akar giderdi.
Mesela; karşınızda gözleri görmeyen bir insan var. O insan görmediği için sevemez mi yani? Sevgi ve aşk duygusu elle tutulup gözle görülmez ki. O duygular hissedilerek yaşanır.
Hadi diyelim ki gözleri gören biri var karşınızda. O insan da gözle görür fakat aşkı kalbiyle hisseder. Bazen bir gülüş bazen bir dokunuş harlamaz mı içinizdeki küllenmiş ateşi. Evet, sözün özü Nihan'ın gözlerini görmüyor olabilirdi Sinan ama onun sesinin her bir teline vurgundu. Onun insanca duruşuna ve aklının her evresine âşıktı.
Belki Nihan, bu konuda daha avantajlıydı zira kendisi âşık olduğu adamın gözlerine rahatça bakabiliyordu. Yani Sinan'ın gözlerindeki aşk kıvılcımlarını rahatlıkla peçesinin altından görebiliyordu. Kısacası onları birbirine çeken kuvvet ruhlarının aynı frekansta buluşuyor olmasıydı.
Onların âşık ruhları birbirini bulsa da Nihan, en baştan beri aşkını içten içe yaşamayı arzuluyordu. Nedenini az çok hepiniz biliyorsunuz lakin şimdilerde zihnini kurcalayan yepyeni olgular vardı. Olur ya bir bir gün Sinan, yüzünü görecek olursa aşkın büyüsünün bozulacağına inanıyordu.
Tabii Nihan'ın bu düşünceleri daha çok Canan'ın aşkından kara sevdaya düşmeden öncesine aitti. Canan'dan sonrası hiç yoktu çünkü çoktan aşkından vazgeçmiş ve ablasına emanet etmişti.
Peki, o zaman Sinan, ablasına her seni seviyorum, deyişinde aşkından vazgeçmiş olmasına rağmen neden bu kadar canı yanıyordu? Öyle ki, ruhu bedeninden çekiliyor gibi oluyordu.
Bu da bize gösteriyor ki; içten içe hala Sinan'ı seviyor Nihan. Sizin anlayacağınız içi başka dışı başka söylüyor zira kolay değildir bir çırpıda sevdiğinden vazgeçmek.
Gel görelim ki bu acıya katlanması gerekiyordu çünkü doğru veya yanlış bir karar vermişti ve bu karardan dönüş yoktu. Sonuç olarak verdiği karar çocuk oyuncağı değildi.
Gidişata bakılacak olursa ablası yeni bir dönemecin eşiğindeydi ve onların yolları ayrılmış gibi görünüyordu lakin ne olursa olsun tekrar Sinan'a dönmek olası değildi.
İşte aşka feda edilmiş üç insan...
Sizce zamanla dengeler değişir mi?
Eğer dengeler değişirse hangi yönde değişir ve bu üç genç mutlu olabilir mi?
Bakalım bundan böyle kimin payına ne düşecek hep birlikte göreceğiz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Müdürün Peçeli Kızı
Ficción GeneralEvrenin rüzgarına kapılmış dönüyordu Dünya. Ülkelerden bir ülkede, şehirlerden bir şehirde, bu döngüye kapılmış yaşayıp giden mutlu bir ailecik vardı. 20.1.2019