Selam! Nasılsınız? Umarım iyisinizdir?
Bölüme geçmeden önce keyifli okumalar dilerim.
Oy verip yorum bırakmayı unutmayın lütfen!
Bölüm. 43. Sır Perdesi
Müdür Bey'in vefatını duyan herkes ona olan vefa borcunu ödemek için evine akın ediyordu. Müdüriyet lojmanı insan seliyle doldu taştı. Müdür Bey, yıllardır bu üvey şehirde yaşıyordu ve bu zamana kadar hiçbir kimseyi kırıp incitmemişti. Ne kadar sevildiği evine gelen insan akınına bakınca çıplak gözle görülebiliyordu. Belli ki yıllarca para pul değil insan biriktirmişti. Önemli olan da bu değil miydi zaten?
Maalesef bu fani dünyadan göçüp giderken yanında mal-mülk götüremiyorsun. Yanında götüreceğin tek şey insanların hayır duası almak ve o iyi biriydi dedirtebilmek.
İşte Müdür Bey de insan biriktirmişti yaşamına. Onun içindir ki çok kısa sürede mahşeri bir kalabalık toplanmıştı evine. Ölüm nedeni saptandıktan sonra omuzlarda taşınarak toprağa verildi; arkasından gözyaşı dökmeyen insan kalmamıştı. Belli ki kısacık ömrüne çok şey sığdırmıştı. Kendisi çekip giderken hak dünyasına geride gözü yaşlı üç kız bir eş bırakmıştı.
Ölüm raporuna kalp sektesi diye yazıldı. İyi de Besim Müdürün kalbi hasta değildi ki? Üstelik yaşlı da değildi. Taş çatlasa elli-beş yaşlarındaydı...
İşte bizim mütevazı ve hakkı hukuku bilen Müdür Beyimiz arkasında bir sır perdesi bırakarak gitmişti. Peki, gerçekten ölümünün ardında bir sır var mıydı? Bunu hep beraber yaşayıp göreceğiz...
Öte yandan mezarlıkta ayakta zar zor duran Gizem, babası toprağa verilirken görmüş ve vurgun yemiş beyni bedenine daha fazla hükmedemez olmuştu. Acı gerçekle tanışan körpe bedeni olduğu yere yığılıp kalmıştı...
Gizem'i hemen apar topar hastaneye kaldırdılar. Lale Hanım ve diğer kızlar birbirlerinin koluna girmiş ayakta durmakta güçlük çekiyorlardı. Üçü de siyah elbiselere bürünmüş yas tutuyorlardı. Ağlamaktan kan çanağına dönmüştü güzel gözleri.
Defin işlemi bitince iki kız ve anneleri saatlerce mezarın başında ağlaştılar ama Müdür Bey, onları ne duyuyor ne de görüyordu. İşlevsiz bedenleri her biri birer et yığınına dönmüş tutar dalları kalmamıştı. Eş dost yardımıyla kaldırıp eve götürdüler. Ev ise hala kalabalıktı.
Lale Hanım'ı salona getirip oturttular ve vücudu dik dursun diye sırtını yastıkla desteklediler. Hem taziye için bekleyenler vardı hem de çok önemliymiş gibi kadının insanlara karşı dik duruşunu bozmaması gerekiyordu.
Sanki kadının kendi acısı yetmiyormuş gibi bir de taziye için gelenlerin her biri ayrı sarılıp tekrar tekrar ağlatıyorlardı. Lale Hanım, bir saatten sonra hiçbir şeyi algılayamaz olmuş vücudu tıpkı bir robota dönmüştü. Onca kalabalığın içinde yerde miydi, gökte miydi bilmiyordu.
Yaşayan bir cesetten farkı yoktu kadının fakat daha beter canını yakan sanki vefat edeli yıllar olmuş gibi her gelen Müdür Beyle aralarında geçen anıları anlatıyordu. Onlar anlattıkça kadın daha çok üzülüyor buna bağlı olarak zaman zaman tansiyonu fırlıyordu. Neredeyse beyin kanaması geçirmek üzereydi. Bunu fark eden arkadaşı emekli hemşire hemen duruma müdahalede bulundu. Önce eczaneye gidip sakinleştirici bir ilaç aldı ve Lale Hanım'a damardan enjekte etti.
Emekli hemşire mesleği icabı bu tür konularda tabi ki tecrübe sahibiydi. Yıllarca insanlarla uğraşmış benzer vakıaları çok görmüştü. İnsan bedeni büyük acılara katlanabilmesi için önce sakin kalıp uyumaya ihtiyaç duyar. Uyusun ki canını yakan derin acıları bir nebze unutabilsin. Lale Hanım, ilacın etkisiyle biraz sakinleşmiş olacak ki, neredeyse gözleri kapanmak üzereydi.
Anneleri bu durumdayken kızlar mı nasıldı? Gizem, hastanede. Refakatçisi Sinan. Tabii ki Gizem bundan bihaberdi çünkü sürekli uyutuluyordu. Serap ve Canan onlar da neredeyse kendinden geçmek üzereydiler.
Aile dostları hemşire, onlara da bir sakinleştirici verip odalarına götürüp yatırdı. Bugünü bir atlatırlarsa yarınlar kendini yavaştan hayatın akışına bırakırdı.
&&&
Gelen gitti. Gözlerde yaş bitti. Geriye viraneye dönmüş bir ev kaldı. Hafızalarda ise daha dün gibi yaşanmış taze acılar vardı. Oysa Müdür Bey, göçüp gideli henüz bir hafta bile olmamıştı.
Bu zaman zarfında anne hanım ve iki kızı biraz olsun kendini toparlamaya başlamışlardı. Gizem, hastaneden taburcu edilmişti lakin onun hafızasında mezarlıktan sonrası yoktu. Hayal meyal babasının mezara indirilip üzerine toprak atılışını hatırlıyordu.
İnsan hafızası bu gibi durumlarda gözünün en son gördüğünü hatırlar zira beynin en son çektiği resim kalır hafızalarda.
&&&
Kaybının ilk günleri dolup taşar etrafın. Sevinir mutlu olursun. Ne çok sevenim dostum varmış dersin. Sonra dostuz diyenler birer birer uzaklaşır senden. Geriye kıyıda köşede bir avuç insan kalır. İşte gerçek dostlar onlardır. Hepimizin bildiği üzere "dost" dediğin kötü günde belli olur.
Peki, gerçek dost olarak bizim ailenin yanında kimler kalmıştı? Gelip giden dost sayısı bir elin beş parmağını geçmezdi. Sinan Hoca, Hizmetli Memiş, Özgür'ün ailesi ve Lale Hanım'ın birkaç gün arkadaşı. Gün aşırı onlar çalıyordu kapılarını ve bir ihtiyaçları olup olmadığını soruyorlardı.
İçlerinde öyle biri vardı ki öz babasını kaybetmiş sanırsın çünkü o hayatta yapa yalnız biriydi; önceki müdürlerden biri henüz çocuk yaştayken yanına besleme olarak almış ve askere gidene kadar bakıp büyütmüştü. Askerden gelince de müdüriyete hizmetli olarak almış; maaşa bağlatmıştı.
Baba bildiği müdür emekli olup gitmiş ondan sonra niceleri gelip geçmişti ama hiçbiri bizim müdür gibi onu sahiplenmemişti. Memiş' in vicdan borcu vardı müdürüne. Şimdi sıra kendine gelmişti müdüründen geriye kalanlar onun başının tacıydı. Hiç yalnız bırakmayacak kendi ailesi gibi sahiplenecekti onları.
***
Hani bir söz vardır ya, bir kere teker ters döndü mü hep tersine gider diye? İşte bizim ailenin de işleri ters gitmeye başlamıştı. Besim Müdürün vefatının üzerinden yaklaşık bir ay kadar bir zaman geçmiş ve yerine yeni müdür tayin edilmişti bile; malum devlet işi beklemezdi.
Bir sabah lojmanın dış kapısı art arda tok vuruşlarla kulakları tırmaladı.
Lale Hanım, eşini kaybetmenin verdiği ağır psikolojiyi yeni yeni üzerinden atıyordu. Eşi vefat edeli bir ay olmuştu ama geçen kısacık zaman şakaklarına aklar düşürmüş yaşından daha olgun davranmaya başlamıştı. O şen şakrak kahkahaların yerini gözyaşları almıştı.
Kapı tokmağının tok vuruşlarıyla sıyrıldı anılara yaptığı yolculuktan. Oflayarak iç çekerken anıların verdiği tarifsiz acıyı bastırıp kapıyı açmak için ayaklandı. Kapı arkasına gelince kısılmış pürüzlü çıkan sesliyle, "Kim o?" diye sordu.
Sormadan kapı açmak olmazı zira başlarında bir erkek olmayan sahipsiz dört kadın yaşıyordu bu evde ve her açıdan temkinli olması gerekiyordu.
Kapının ardındaki ses "Benim!" diye cevap verirken biraz çekingendi. Kadın sesin sahibini tanıdı ve bir daha kim olduğunu sorma gereği duymadan kapının sürgüsünü sağa doğru kaydırarak açtı. Karşısında hizmetli Memiş'i görünce yeniden dertleri depreşti ve gözleri buğulandı. "Buyur Memiş Efendi."
Memiş' in gözlerini yaşlar perdelemiş yüz ifadesi düşük boynu büküktü. "Şey, hanımım!" derken bakışlarında bin bir ah gizliydi.
Kalbindeki acı henüz taze olan kadın Memiş' in yüz ifadesine bakınca ister istemez telaşlanmıştı çünkü bu yüz ifadesini çok iyi tanıyordu. Tam bir ay öncesine gitti zihni ve karşısında aynı Memiş, aynı yüz ifadesi vardı.
"Memiş Efendi, kötü bir şey yoktur inşallah?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Müdürün Peçeli Kızı
Narrativa generaleEvrenin rüzgarına kapılmış dönüyordu Dünya. Ülkelerden bir ülkede, şehirlerden bir şehirde, bu döngüye kapılmış yaşayıp giden mutlu bir ailecik vardı. 20.1.2019