🚘B.16.🚘

355 55 416
                                    


Her yeni gün insan hayatında yeni bir sayfa aralarken Telli ve Oğuz'un hikâyesine hoş geldiniz çıraklarım:D

Bir gün Oğuz'un da rüyaları bitecek O'da gerçeklerle yüzleşecek elbet...

Sizler benimle aynı yolda yürümeye devam ettiğiniz sürece ben kendimi şanslı hissedeceğim.

Oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen<3

Yeni doğan Güneş'in keskin ışıkları hoyratça penceremin camını yalayıp gözlerime ulaştığında göz kapaklarımı araladım. Terden sırılsıklam olan bedenim yatağın çarşafına yapışmıştı. Yine sancılı bir rüya görmüş yine aynı sesin tınısıyla boğuşmuştu zihnim.

Gördüğüm rüyalar ruhumu ve bedenimi akıl almaz bir şekilde taciz ediyordu.

Neden kâbus gibi rüyalar görüyordum?

Neden aynı kız beni kâbuslu rüyalarımdan kurtarmak istiyor veya neden ısrarla kendisini bulmamı istiyordu?

Bezgin bedenimi yatağımdan ağır aksak kaldırdım. Eğer kardeşlerimden bana sıra gelirse banyoya geçmek uyuşuk vücudumu sıcak suyun dinlendirici etkisine bırakmak istiyordum.

Ağzımı bir karış açarak uzunca bir esnemeden sonra ayaklarımı sürükleyerek odamın kapısını açtım. Tekrar eden esneme isteğime karşı koymak için elimi ağzıma götürürken annem; "Hah, oğlum uyandı mı?" diye acayip bir soru sordu.

"Tövbe estağfurullah," uyanmasam yatakta olurdum herhalde anne demek istedim ama üşendim.

Tam olarak ileriye doğru bir adım atmıştım ki, annemin kulak tırmalayan sesi kulaklarımda çınladı. Ya da annemin sesi kısıktı da benim algılarım yavaş işliyordu. "Oğuz, abin işe giderken yaptığın börekten Oğuz, bana da getirsin dedi. Sakın unutayım deme."

Ben yarım ağız, "Tamam, anne!" dedim.

Cefakar kadın neden bana "bön bön" bakıyordu. Ben annemin tuhaf bakışlarına anlam yükleme gayesiyle "Ne?" diye sordum.

Bakış pozisyonunu hiç değiştirmeden bana bakmaya devam ediyordu. Aa, annem börek demiş ben bir tepsi böreğin üzerine yumulmamıştım. Hayret doğrusu. Kadın şaşırmasın da ne yapsın. Elimi alnıma vurarak ayılmak istedim ve kendi kendime konuştum. 'Tabii ya börek' bende eksik olan bir şey var ama ne diyordum. Bir gözüm kapalı mutfağa yöneldim.

Annem, oklavayı kapmış bana karşı silah olarak kullanmak isterken şaka yollu, "Olmaz, önce elini yüzünü yıka sonra yersin." dedi.

Ben kös kös banyonun yolunu tutarken abimin yaptığı fedakarlıkları düştü aklıma. Zavallı abim, sabahın köründe kalkıp çay ocağını açmaya gider gece geç saatlerde eve gelirdi. Abimle ben aynı odayı paylaşıyorduk ama birbirimizin yüzünü dahi zar zor görüyorduk. Bazı geceler abimin öksürük sesiyle uyanırdım.

Öksürüyor olmasını yadırgamamak gerek çünkü her gün sabahın poyrazını gecenin ayazını yer o da yetmezmiş gibi çay ocağı kapalı ortam olunca içilen her sigaranın dumanına maruz kalırdı. Kim bilir, belki de büyüdüğünü ispat etmek için olsa gerek kendisi de içerdi sigarayı hem de "fosur fosur."

Bu da kaçınılmaz bir sonuç olarak abimin ciğerlerine zarar verir ve genç yaşta abim öksürür dururdu.

Abimi perişan halini her gördüğümde zaman zaman içimden babama sitem ederdim, neden bizi böyle erkenden bırakıp gitti diye.

Bazı zamanlar herkesten gizli babamın mezarına gider ona içimi döker gözyaşlarımla mezarının toprağını ıslatırdım. Kardeşlerim de severdi babamı ama ben ayrı bir düşkündüm.

Nihayet banyo boşalınca geceden kalma enkaza dönmüş bedenimi kendine getirmek için dakikalarca ılık suyun altında bıraktım. Kendime geleceğim diye suyun altında uzun süre kalınca daha da mayışmış iyice aptala dönmüştüm. Tabii dolayısıyla da kahvaltı faslını kaçırmıştım.

Geriye kalan börekleri ayaküstü mideye indirirken annem; "Yavaş ye oğlum, boğulacaksın şimdi!" diye söylenince ağzım tıka basa börekle dolu olduğundan annemle el kol sallayarak işaret diliyle konuşmaya çabalıyordum.

Annem de benimle kaş göz oynatarak anlaşmaya uğraşırken sonunda dayanamamış patlamıştı. "Ne diyorsun oğlum, hiçbir şey anlamıyorum?"

Ağzımdaki büyükçe lokmayı zorla yutup, "Anne ya, bir rahat bırakmadın ki kahvaltı yapayım," dedim.

Annem yeter artık yediğin der gibi dakikalardır elinde bekletip durduğu plastik saklama kabındaki börekleri elime tutuşturdu. "Oğlum, börek gördün mü kendinden geçiyorsun, al götür biraz da abin yesin."

Ben geride kalan börekleri gösterip anneme çocuksu bir ifade takınarak yalvarır pozisyona geçtim; "Annelerin en güzeli, bir iki dilimde Poyraz'a götüreyim."

"Kendin yedin yetmedi bir de Poyraz için mi istiyorsun?"

Bakmayın siz yalandan söylendiğine hiçbir zaman Poyraz'ı benden ayrı tutmadığını bilirim. "Anne hadi," diye mırıldandım.

"Tamam, oğlum tamam. Poyraz da Poyraz, dilinden düşürmedin gitti."

Benim hâlâ yalvarır pozisyonda aval aval kendisine baktığımı görünce kapalı dudakları aralandı ve gülmeye başladı. "Onsuz lokma geçmez boğazından bilirim. Benimki sana takılmak be oğlum, sözlerimi ciddiye alma sakın."

Çok geçmeden bir saklama kabına da poyraz, için hazırladığı böreği elime tutuşurken, "Biraz fazla koydum. Ahmet ustaya da ikram etmeyi unutma."

Annem, her zaman ustama minnet duyardı beni kendi evladı gibi koruyup kolladığı için.

Midem tıka basa dolu kendimi sokağa attım. Sabahın erken saatleri bu sokağı seviyordum. Öyle sessiz dingin olurdu ki, sadece bu dingin sessizliği simitçi Aziz'in 'simit' diye çığırtkan sesi bölerdi.

Aziz, işini çok ciddiye alır başının üzerinde taşıdığı simit tepsisinde bulan simitleri özenle dizerdi. Tek tek sıraya dizilmiş simitlerin hiçbiri diğerinden ayrı baş çekmez her zaman uyum içinde olurdu...

Sokağın içlerine doğru yol aldıkça küçük esnafın besmeleyle açılan dükkân kapılarını, kapıların önünü mesken tutmuş kedi-köpekleri görürdün.

Hele başı önde işe yetişmek için etrafına bakma fırsatı bile bulamayan gözleri yarı uykulu emek işçileri, sabah güneşini selamlayan sırtında kendinden büyük çanta yükleri olan okul öğrencileri, ayrı bir tat katardı sokağa.

Burada yaşamayı bu sokağı ve insanlarını seviyordum. Benim için bu sokağın adı tepe sokağı değil huzur sokağı olmalıydı.

Ben kendi iç dünyamla hemhal olurken iş yerime gelmiştim bile. Bugün sabah erken geldiğimi düşünürken bizim dükkân açıktı; şaşırmadım desem yalan olurdu.

Arkadaşım Poyraz, beni kapıda karşıladı, "Günaydın ortak," diyerek.

"Bakıyorum bugün erkencisin Poyraz Efendi?" diyerek sabah sululuğumu yapmayı ihmal etmedim.

Poyraz, "Ne yapayım oğlum, kendimi toparlama zamanım geldi de geçiyor bile, dün ustamın öğütleri iyi geldi bana. Bu gece hiç eve gitmedim. Unuttun mu sana verilmiş bir sözüm vardı, ben de onu yerine getireyim dedim," dedi ve gözleriyle sağ tarafı işaret etti.

"Ne?" diyerek Poyraz'ın gösterdiği yöne doğru baktım. Bakar bakmaz da yüreğim bir "hop" etti ve uçtu gitti deniz aşırı diyarlara.

Neydi bu yüreğimin gümbürtüsü?

Neydi beni benden alıp yüreğime "dımbırdat dımbırdat" tef çaldıran.

Ey, gönlüm yakala yakalaya bilirsen düşlerini. Cesaretin varsa düş peşine uçup giden yüreğinin.

Sizce Oğuz'un yüreğine def çaldıran şey neydi?

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin