🚘B.62.🚘

140 18 104
                                    

Selâm çıraklarım, nasılsınız?

Birlikte yol aldığımız sürece benden iyisi yok;,))

Keyifli okumalar!

Oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen

Taksi durağından çıkıp arabaya yürürken Poyraz'ın yüzünde garip bir ifade vardı. "Kanka, neden bana garip bir yaratıkmışım gibi  bakıyorsun?"

Soruma karşılık alt dudağını dışa doğru kıvırırken, "Bilmem öyle mi bakıyorum?" diye cevap verdi.

"Evet, tam olarak öyle bakıyorsun."

"Esasında ben garip bakmıyorum sen garip davranıyorsun. Söyler misin bana, seninkiler hakkında bir gıdım bilgi edinemezken senin yüzünün gülüyor olması sence de garip değil mi? İşittiğin üzere ben garip bakmıyorum sen garip davranıyorsun."

Hiç ses etmeden arabanın kapısını açıp ön sağ koltuğa oturdum. Poyraz da geçip şoför mahalline oturdu. Emniyet kemerini taktı ve başını bana doğru çevirip imayla karışık bir bakış attı. "Ee, nedenini söylemeyecek misin?"

"Yüzüm gülüyor çünkü  içimde bir umut kırıntısı yeşerdi."

Poyraz, gözlerini kısarak bana bakmaya başladığında yüzüne ciddiyet yükledi. "Ne umudu dostum, seni umutlandıran şey her neyse hadi çabuk bana da söyle."

"Hatırlıyor musun bilmiyorum ama burada beş-on gün kadar sanayide çalıştığımı söylemiştim. Sanayide bana işveren usta Sami amcanın yakinen tanıdığı biriydi. Ona gidip soralım diyorum. Belki o bir şeyler biliyordur."

Benim yüzüme yayılan ferahlık şimdi Poyraz'ın yüzüne de yayılmıştı. "Hay aklınla bin yaşa kankam. Bende bunca yolu boşu boşuna geldik diye kendi kendime hayıflanıp duruyordum. İster istemez insana koyuyor bu düşünce... Ne bileyim eli boş geri dönmek falan..."

Bir tarafım mutluluktan dört köşeyken diğer tarafım; bu kadar erken sevinme diye beni frenliyordu. Üst dudağımı dişlerken, "Sevinmek için biraz erken gibi!" diye ağzımın içinde geveledim kelimeleri.

"Olsun be dostum, ben yine de umutlanmak istiyorum," diyen Poyraz, arabayı çalıştırıp gaza bastı.

Poyraz'ın ani gaza basmasıyla öne doğru savruldu yoklukla sınanmış bedenim. Bedenimin öne doğru savrulduğunu gören arkadaşım işaret parmağıyla beni göstererek, "Emniyet kemerini tak," dedi emir kipiyle konuşarak.

Takmayı unuttuğum emniyet kemerimi taktım ve sırtımı rahat araba koltuğuna iyice yasladım. Keşke, diye geçirdim aklımdan. Koltukların rahatlığı kadar insanoğlunun içi de rahat ve huzurlu olabilse...

Sanayiye gitmeye karar vermiştik ama henüz yön belirlememiştik. Belki yol yorgunluğundan belki de kafa karışıklığından olsa gerek ikimizde aptalla bağlamıştık.

"Sağ şeride geç ve birinci çıkıştan sağa sap dostum," diye uyardım.

"Emrin olur!" diyen arkadaşım ustaca manevralar yaparak sağ şeride geçti ve sağ tarafa saptı.

"Nasıl biri?"

"Kim?"

"Yanında çalıştığın adam?"

"İyi biri."

"Umarım bir şeyler biliyordur."

İçli bir soluk aldım fakat geri vermeye korkarak, "Umarım biliyordur dostum, umarım," diye cevap verdim.

Çok geçmeden ana yoldan çıkıp ara yola sapmıştık çünkü sanayi biraz şehir dışında kalıyordu. Poyraz, karşımıza çıkan sanayi yazısını görünce gülümseyerek, "Geldik galiba?" dedi.

Evet, gelmiştik ama benim de elim ayağım çözülmüştü. Hem soracağım sorunun cevabını öğrenmekten hem de yitik dünlerimi yâd ediyor olmaktan.

Arabayı uygun bir yere park edip aradığımız adrese doğru yürümeye başladık. İçimdeki gelgitler dizlerimde derman bırakmamıştı. Zihnimdeki bütün kapılar ise yokluğa açılıyordu.

"Burası." dedim.

Eski ustam, altına plastik bir sandalye çekmiş ve bacak bacak üstüne atarak çayını yudumluyordu. Görünüşe bakılacak olursa yeni çıraklar almıştı çünkü ben çalışırken şimdiki çalışanlar yoktular. Poyraz, benden atak davranarak, "Hayırlı işler," diye giriş yaptı dükkâna.

Poyraz'ın samimi çıkan ses tonunu duyan ustam, yani eski ustam; "Hoş geldin buyur," derken başını hafif bir açıyla kaldırıp sesin geldiği yöne doğru çevirdiği sırada karşı karşıya geldik. Çehresinin aldığı ifadeden bir çıkarım yapacak olursak eğer beni görünce çok şaşırmıştı. Şaşkınlığı biraz geçince ayağa kalktı bana doğru bir adım attı bir adım daha ve bir daha. Adımları tam önüme gelince son buldu. Yağ içinde kalmış emektar ellerini samimiyetle uzattı. "Oğuz usta, seni hangi rüzgâr attı buraya? Hoş geldin sefalar getirdin."

Aramızda kalan bir adımlık mesafeyi kapatarak bana uzattığı nasırlı ellerini hiç çekinmeden öpüp alnıma götürdükten sonra tekrar aramızdaki mesafeyi açtım.  Selamlaşma faslını geçmiştik ama bu kezde içimden dışıma taşan duyguların sıkıntı terleri basmıştı bütün vücudumu. Baş edemediğim hoyrat gidişatın sonunda şakaklarımdan boncuk boncuk akmaya başlayan ıslaklığı kolumun iç kısmıyla kuruladım. "Hoş bulduk ustam ama neden geldiğimizi hiç sorma. Beni buraya rüzgâr değil fırtınalar savurdu!" dedim.

Usta, yanı başında duran plastik sandalyeleri göstererek oturmamızı işaret etti. Biz buyur edildiğimiz yere geçip oturmak üzereyken meraklı gözlerle başımızda bekçi gibi dikilip duran çıraklardan yaşça küçük olanına seslendi. "Oğlum misafirimiz var birer bardak çay getir."

Ustanın çay isteğini anında yerine getirmek için yanımızdan uzaklaşan çırak üst katın merdivenlerine yönelerek basamakları birer ikişer atlatarak çıktı. Bir zamanlar benim kaldığım yerdi üst kat. O zamanlar ne çok hayallerim vardı. Şimdi hayallerimin üzerine kauçuktan süngerler çekilmişti. Yine geçmişin külleri içimi sızlatmıştı.

İçine düştüğüm gayya kuyusundan yüzeye çıkarak ana döndüğümde, "Ustam, tanıştırayım!" diyerek Poyraz'ı gösterdim.

"Poyraz, kendisi benim kardeşim gibidir. Aynı zamanda eşi benzeri bulunmaz bir oto tamir ustasıdır." 

Usta, imrenerek Poyraz'ı baştan ayağa süzdükten sonra, "Meslektaşım, tanıştığıma memnun oldum. Şehrimize hoş geldin!" dedi.

Poyraz, kendisine uzanan eli sıktıktan sonra, "Hoş bulduk usta, ben de tanıştığımıza memnun oldum..." deyip gösterilen yere oturdu.

Bir koşu gidip gelen çırak elinde üç çay ile geri gelmişti. Getirdiği çayları ikram edip tekrar işinin başına dönmüştü. Bizler çaylarımızı yudumlamaya başladığımız esnada usta söze başladı. "Oğuz usta, dünya ne kadar küçük öyle değil mi? Bir daha görüşemeyeceğiz derken kısa sürede içinde tekrar görüştük. Şimdi anlat bakalım seni buraya atan fırtınayı?"

"Ustam, biz arkadaşımla geziye çıkmıştık yolumuz buraya düştü." dedim.

Güngörmüş adam sözlerimi inandırıcı bulmamış olacak ki, "Sen oraları geç Oğuz." dedi.

Yüzüm utancımdan kızardığı için bakışlarımı yere dikmiştim. "Haklısın usta. Niyetim başka. Sebebi ziyaretimiz Sami amcayı görmekti ama evlerinde hiç kimse yoktu. Yani evleri boştu. Taksi durağına uğradık. Onların da bir şeyden haberi yokmuş. Sadece bir gece yarısı çekip gitmiş dediler. Siz geldiniz aklıma. Belki nereye gittiklerini veya neden gittiklerini biliyorsunuzdur diye düşündüm."

Usta yüzüne hüzünlü bir ifade yerleştirdi. "Keşke bilsem Oğuz, ama gerçekten bilmiyorum. Sami, iyi bir insandı. Güvenilir ve dürüsttü ama neden kaçıp gitti, inanın bende bilmiyorum. Bütün bildiğim senin bildiğinden ibaret." 

"Keşke bilsem Oğuz, keşke bilsem" cümlesi beynime bir kurşun olup saplanmıştı. Umutlarım bu şehirde yeşermişti şimdi de bu şehirde soluyordu. Kalbim ılık ılık kan pompalarken vücuduma benim yeşeren umutlarımı kökünden yakıp yıkıyordu. Buraya kadardı her şey. Burada başlamış burada bitmişti...
Eyvah, gençliğim. Eyvah, umutlarım. Eyvah yitik dünlerim. Eyvah, can çekişen düşlerim. İçimdeki feryadı susturamıyordum. 

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin