Merhabalarrr...
Ben hatırlatma yapmasam da sizlerin oy verip yorum yapacağını biliyorum.
Çıraklarım siz var ya siz çok güzelsiniz :D
Gezi dönüşü kendimi hâlâ yorgun hissediyordum. Sanki üstümden tren geçmiş gibiydi. Bir an önce eve geçip uyumak istiyordum, daha doğrusu Telli'yi aklımdan çıkaramıyordum. Onu arayıp aramamakta kararsızdım çünkü aradığım zaman onu zor durumda bırakabilirim endişesi taşıyordum içimde.
Peki, ama onun sesini duymadan nasıl yaşayacaktım? Benim acilen bir şeyler yapmam gerekiyordu ama yanlış yapmaktan da deli gibi korkuyordum.
Ben seni ararım demişti. Bu ne demek oluyordu, ben seni aramadan sen beni arama...
Öyleyse yapmam gereken belliydi; beklemek....
Beklemek dünyanın en amansız yükünü yüreğinde taşımak değil miydi?
Beklemek ve neyi beklediğini bilmemek bir bilinmezin koynunda pineklemek ve enkaz altında çürümek gibi değil miydi?Önünü görememek ise insanın ruhuna vurulan demirden bir kelepçe misali bütün duyularını zapturapt altına almıyor muydu?
Kim bilir belki de aşkı aşk yapan şey ulaşılmazlıktı. Erişilmezlikti. Vuslatsızlıktı. Sadece ruhunla hissediyor ve yaşıyor olmaktı.
Bekleyiş ateşten bir çember gibi kuşatmıştı acunumu. Ne o çemberin içinde durabiliyordum ne de dışına çıkabiliyordum.
Bulutsuzluk özlemiyle dağlanan yüreğimden taşan hislerin ayna tuttuğu bir günü daha savuşturmuştum.
İş çıkışı savruk adımlarım beni ağabeyime kadar götürmüştü, zaten gidecek başka da bir yerim yoktu.
Beni kapı önünde gören abim, "Bir dakika Oğuz," deyip elime birkaç paket tutuşturdu. "Al bunları vakitlice eve götür. Annem bunlarla akşama şöyle mükellef bir sofra hazırlasın. Gelişinin şerefine ağız tadıyla bir yemek yiyelim." dedi.
"Abi masrafa ne gerek vardı, keşke annemi yormasaydık. Zaten kadıncağız akşama kadar bizim için uğraşıp duruyor..." diye yakındım ama abim beni susturdu.
"Merak etme aşkarım, ben annemle görüştüm. Her zaman masraflı yemekler yemiyoruz ki, arada sırada yapılan şeyler annemi yormaz. Sen bunu kendine dert etme yemek fikri zaten annemden çıktı."
Abimin elime tutuşturduğu paketleri aldım bizim sokağın taş döşeli kaldırımında yürümeye başladım. Bu şehirden gideli sadece otuz gün olmuştu ama ne kadar çok özlemiştim. Kaldırım taşları bile farklı görünüyordu gözlerime.
Tam bizim evin bahçe kapısını açıp avluya geçiyordum ki, yakın komşumuz Adile teyze ile burun buruna geldim. Anlaşılan yine annemi abluka altına almaya gelmişti. İçimden sinsice gülümserken; boşuna uğraşıyorsun Adile teyze annem senin dolduruşuna gelmez, diye geçirdim.
Annem evin dış kapısının pervazına sırtını dayamış Adile teyzeyi yolluyordu. Nedendir bilmiyorum ama annemin gözlerinde hâlâ bir bilinmezlik vardı. Askere gideceğim için bu kadar içlenmiş olamazdı; öyle değil mi?
Ben onun gözlerindeki bilinmezliği görmüştüm ama o beni görünce yalancı bir tebessüm ile bu bilinmezliği örtbas etmek istemişti.
"Hoş geldin oğlum, iyi ki zamanında geldin. Yoksa yemek geç kalacaktı. Sağ olsun Adile Hanım da bir türlü gitmek bilmedi..."
"Hoş bulduk anne. Gitmez tabii, sen bunun nedenini pekâlâ biliyorsun. Adile teyzenin kızı senin aslanlar gibi oğlun var." Gülüştük.
Evin içerisine geçip elimdeki paketleri mutfağa bıraktım. Annem, "Oğuz doğruca banyoya geç, sakın üstünün başının kiri ile ortalıkta gezeyim deme..." dedi.
Ahşap merdivenleri çıkarken kelimeleri uzatarak, "Tamam anne!" dedim.
Ortak kullandığımız banyoya geçtim duş almaya üşendiğim için sadece elimi yüzümü yıkadım. Bugün hiç duşa giresim yoktu çünkü bitkin hissediyordum kendimi. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra odama geçip üstümü başımı çıkardım. Üzerime rahat bir tişört giyerken altıma siyah klasik kesim eşofman altı giydim. Üstümden çıkan çamaşırlarımı banyodaki kirli sepetine bıraktım.
Alt kata inmek için merdivenin başına geldim ama merdivenleri inmeye üşendim. Karar değiştirip kendi odama yöneldim. Yatağımın kenarına geldim ve durdum. Oldum olası bedenimi yatağa hızla atmayı seviyordum. Yatağın üzerine her atlayışımda yatağın yayları kırılacakmış gibi gıcırtılı sesler çıkarsa da ben bu atlama işini hep yapıyordum. Bu benim için heyecan verici bir şeydi.
Biliyorum. Oğuz bu yaptığın delilik diyeceksiniz ama kim delilik yapmıyor ki? Her insanın içinde bir yerlerde bir deli tarafı yok mudur? Bence vardır...
Tam da kendimi yatağa sırtüstü atmaya hazırlanıyordum ki, telefonuma mesaj bildirim sesi geldi. Mesaj bildirim sesi kalbimin ritmini hızlandırmıştı. Yatağımın yanı başında konumlanmış komodinin üzerindeki tuşlu telefonumun elime aldım. Heyecan içinde bildirim kutucuğunu açtım. Tam bir fiyaskoyla karşılaştım. Gelen reklam bildirimiydi.
Her şerde bir hayır vardır derler ya, benim gözüme şer olup batan reklam bildirimi zihnimin çakralarını açmıştı. Telli'ye direkt telefon açamıyorsam mesaj atabilirdim. Bunu daha önce neden akıl edemedim diye kendi kendime kızdım. Akılsız başım işte. Oysa onunla iletişime geçmenin en doğru yolu gözümün önünde duruyordu.
Tabii ki doğrudan telefon açmak riskliydi çünkü onu zor durumda bırakabilirdi ama mesaj işi kolay bir yoldu.
Kendimi yatağın kollarına yüksekten atlıyormuş gibi yapmaktan vazgeçtim ve hemen yatağın kenarına usulca iliştim. Yüksekten atlıyormuş gibi yapmayı bir kenara bırak şu an ruhum heyecandan uçuşa geçmişti uçuşa...
Hemen Telli'nin telefon numarasına girdim. İyi de ben ne yazacaktım şimdi? İnsanlarla iletişime geçmenin ilk kuralı nedir, tabii ki de selam vermek.
Acaba doğrudan "Selam!" diye yazmaya mı başlasaydım yoksa "Merhaba!" diye mi?
İyi de ikisi de aynı şey değil miydi ya?
Oğuz, oğlum, düşüne düşüne cidden bunu mu buldun; vizyonsuzsun vizyonsuz.Tamam, bir saniye ne yazacağımı buldum işte...
Pekâlâ, vakitle ilintili bir cümle olabilirdi bu.
Kalbimin savruk atışı bedenime düzensiz kan pompalarken, ellerim titriyordu. "İyi akşamlar!"
İki kelimelik bir cümle kurup gönder tuşuna bastım. İki kelime biraz fazla oldu Oğuz, diye benimle dalga geçmeyin sakın. Ben o iki kelimeyi yazarken vücudum terden sırılsıklam oldu. Mesajı göndermiştim ama mesajıma cevap beklemek göndermekten daha zordu.
Kanıtlı ispatlı resmen elim ayağım boşalmış dizlerimde derman kalmamıştı. Ey, aşk sen nelere kadirsin...
Yatağa girip kendimi yorganın altına sakladım. Yorganın altında kaç dakika veya kaç saat kaldım inanın hiç bilmiyorum, çünkü zaman kavramını yitirmiş saatler durmuştu.
"Tak tak tak." Art arda tok vuruşlarla yumruklanan kapımın gümbürtüsü irkilmeme sebep olurken Yasemin'in yavan çıkan sesi odamın içinde çınladı. "Abi yemek hazır annem sofraya gelsin diyor!"
Hüsrana uğramış bir ses tonuyla yorganın altından çıkmadan cevap verdim. "Tamam, geliyorum!"
Hep mi yenilgiyi yaşayan ben olacaktım? Hep mi bozguna uğrayan ben olacaktım? Hep mi kaybeden ben olacaktım?
Bir hışımla yorganı üzerimden attım. Zaman kavramını yitirmeden önce umutlarım tavan yaparken şimdi dibe vurmuştum. Ben neden sürekli kaybedenler ve tutunmayanlar zümresinde yer alıyordum? Arkadaş hiç mi yeşil ışık yanmazdı insanın hayatında.
Ellerimle yüzümü sıvazladım ve yatağımdan çıkıp odamın kapısına yöneldim. Tam elimi kapının kulpuna uzatmıştım ki, telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇIRAK
Teen FictionBelki bir rüyanın peşinden koşmak birçoğunuza saçma gelebilir ama insan sezgilerini görmezden gelemez✓ Eğer rüyalarınız sizi aşka çağırıyorsa mesafeler buna engel değildir✓ Aşk her zaman inanmaya ve yaşamaya değerdir✓ 15 Haziran 2019