🚘B.1🚘

2.8K 198 1.3K
                                    

Selâm çıraklarım, nasılsınız?

Birlikte yol aldığımız sürece benden iyisi yok;,))

Keyifli okumalar!

Oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen 🤗

Kırmızı Volkswagen marka arabamın içindeyim. Yoğun sisli ve yağmurlu bir havada yolculuk yapıyorum.

Yağmur giderek şiddetini artırıyordu. Rüzgâr bunu fırsat bilerek hışımla esiyor ve önüne kattığı her damlayı hoyratça oraya buraya savuruyordu. Bu gidişle asi bir fırtına çıkacak gibi duruyordu. Şimdiden yağmur sağanağının oluşturduğu sisli havadan göz gözü görmez olmuş sanki gök kubbe delinmiş gibiydi.
Rüzgâr ıslık çalarak arabamın etrafında turlar atıyor, etraftaki bodur bitkiler rüzgârın önünde kıvrak hareketlerle adeta dans ediyordu.
Hava gitgide soğumaya başlamış, dışarıdaki soğuk hava arabamın camının buğulanmasına neden olurken benim etrafımı görebilmem bir hayli güçleşiyordu.

Önümü görmek için arabanın sileceklerini sürekli çalıştırmak zorunda kalıyordum.
Kendimi kapana kısılmış gibi hissetmeye başlamıştım.
Sanki bir el boğazımı sıkıp beni boğuyordu. Nefes alamıyor hissini yaşıyordum.
Göğüs kafesim derin ve kısa aralıklarla inip kalkıyor, aldığım oksijen ciğerlerime yetersiz geliyordu. Öleceğimi düşünmeye başlamıştım. Artık her şey bitti dedim kendi kendime.
Ben ölüyorum...
Kesik kesik nefesler alıp vererek son bir gayret arabamı sağa çekip durdum.
Bu ıssız ve uçsuz bucaksız ovanın tam ortasında bir başıma kalakalmıştım. İçinde bulunduğum bu durum sanırım panik atağımı tetiklemeye başlamıştı...

Bir ara...
Kulaklarımı tırmalayan bir ses duydum. Ses arabamın içerisinde yankılanıp duruyordu; bulanık boğuk ama içten bir ses.
"Gel bana gel, çık oradan bana gel!"
Kalkmak istiyordum fakat vücudumun üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi yerimden kıpırdayamıyordum. Başımı kaldırıp sesin geldiği yöne doğru bakmaya çabaladım ama dışarıyı görebilmem bir hayli zordu...

Arabanın sileceklerinin çalışırken çıkardığı gıcırtılı tiz ses, neredeyse beynimde hasara yol açacaktı. Silecekler camın yüzeyinde nazlı bir gelin gibi sağa sola salınarak gidip geliyor, bu gidip gelmeler ise camın yüzeyinde yarım daireye benzer bir alan oluşturuyordu. Bu kez gözlerimi kısarak yarım daireye benzer alandan dışarıya bakmaya çalıştım.

Yolun tam ortasında olduğu yerde hareketsiz duran bir kız vardı. Uzun ve düz siyah saçları yağan yağmurdan sırılsıklam olmuştu. Islaklık saçlarında bukleler oluşturmuş, oluşan bukleler yüzünün tamamını kapatmıştı. Islak elbiseleri bedenine yapıştığı için genç diri fiziğinin tüm güzelliğini ortaya çıkarmıştı.
Dolgun dudaklarından dökülen sesin ritmi, ruhumu okşayıp kalbimde tempo tutuyordu. "Güm taka güm taka!"

"Gel bana gel!" diye beynimde yankılanan ses beni etkisi altına almıştı. Arabanın kapısını açtım ve sese doğru yöneldim. Sanki ruhum sesin çekim gücüne kapılmış gibiydi. Her şeye rağmen arabanın dışına çıkabilmeyi başarmıştım başarmasına ama bu kez de yağmur yerini doluya bırakmıştı. Çaresiz arabaya geri dönmek zorunda kalmıştım.
İri taneli dolu 'çıt çıt' sesler çıkararak arabamın camına çarpıyor, oradan büyük ustalıkla kayarak yere düşüyordu.

Aynı ses tekrar... "Oğuz! Oğuz!" diye boyut değiştirmişti.

Göz kapaklarımın üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi hissetmeme rağmen, yavaş yavaş aralayıp açmaya çalıştım. Gördüğüm şey beni şaşkınlığa gark etmişti. Kendi odamda ve kendi yatağımda yatıyor olmanın güven veren hazzını yaşadım kısa bir süreliğine. Rüya görmüştüm... Bir an durup hafızamın süzgecinden geçirdim ruhumun yaşadıklarını. Gördüğüm rüyanın hala etkisi altındaydım... Bir yandan da rüyada olduğum için sevinmiştim. En azından panik atağım tekrar etmemişti.

Bir tarafım her şeyin bir rüyadan ibaret olduğunu sevinirken, beynim gözlerime emir verip duruyordu "uyu uyu" diye. Aslında ben de bütün varlığımla bu emre itaat etmek istiyordum. Beni çağıran sesi, yüzünü göremediğim gözlere şenlik güzelliği, tekrar görebilmek adına.
Belli mi olurdu, belki uyursam o gül cemalini tekrar görürdüm...

Penceremin camına vuran minik taşlar beni camdan dışarıya bakmaya zorladı.
İstemsizce yatağımdan kalktım penceremin bir kanadını açtım. Gördüğüm şey penceremin camına sürekli taş atıp duran en yakın arkadaşım Poyraz'dı...

"Günaydın kanka, nihayet uyanabildin?
Bu ne uyku oğlum ya bir saattir pencerenin camına yerde atmadığım taş bırakmadım. Saat sekiz oldu sekiz. İşe geç kalıyoruz!
Hadi çabuk ol da in aşağıya," diye söylenip duruyordu.

Bana kardeşim kadar yakın olan Poyraz'ın uyarıları ile ancak kendime gelebildim, tabii bunu kendine gelmek denirse. Pantolonumu yarım yamalak bacaklarıma geçirirken, gömleğimi kapı önünde giydim. Arkamdan annemin "Kahvaltı yapsaydın bari" sesine cevap olarak.
"Tamam, anne. Sen beni merak etme. Ben abimin orada kahvaltı yaparım." dedim.

Tam kapıyı açıp, "Geldim kanka geldim!" dememle birlikte başımı sabahın mahmuru bir güzelliğe çarpmam bir oldu. "Önüne baksana be!" diyen sese "ah başım!" diye karşılık verdim.

Eğer kitabı beğendiysen arkadaşlarını etiketleyip kitaba davet edebilirsin♥️

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin