"Hanımefendi maalesef bebeğinizin cinsiyetinde bir sorun var."
Genç kadın, hayal kırıklığı ile harmanlanmış şaşkınlık yaşıyordu. "Bu ne demek oluyor doktor bey?"
"Bebeğinizin cinsiyeti belirsiz; sizin anlayacağınız bebeğinizin cinsiyeti yüzde altmış civarı erkek bir bebeğe benziyor."
Genç kadının gözleri dolmuştu. Ne demekti yüzde altmış, erkek. "Doktor Bey, açık konuşur musunuz, benim bebeğimin cinsiyeti kız mı erkek mi?
"Hanım efendi, ben size şu an net bir bilgi veremem!"
Genç kadın, bebeğine sımsıkı sarıldı ve hiddetlenerek ayağa kalktı. Oysa daha iki gün olmuştu doğum yapalı zira bedeni güçsüzdü. Aniden ayağa kalkınca başı döndü. Yere yığılıp kalmamak için doktorun masasından destek aldı. Doktor ani bir refleksle ayağa kalktı ve kadına yardım etmek için kolundan tuttu. "Hanımefendi, daha iki gün oldu doğum yapalı, oturup kalkarken biraz dikkat edin lütfen."
Doktor genç kadına yardım ettikten sonra tekrar kalktığı koltuğa oturdu. Kadının çaresizliğini gidermek istiyordu lakin elinden bir şey gelmiyordu. "Bakın size umut vermeyi çok isterdim ama şimdilik bebeğiniz için yapacak hiçbir şey yok..."
Bu arada doktorun kapısı hafif vuruşlarla tıklatıldı. Tok bir ses "gel" diye komut verdi.
Kapıdan içeriye giren kadının eşiydi. Genç kadın, eşini görünce büyük gayret göstererek içinde tuttuğu duygularını dışarı salıverdi ve ağlamaya başladı. Bir olumsuzluk sezen genç adamın gözleri doktoru buldu. Doktor genç adama oturması için gözleriyle işaret verdi ve daha sonra her şeyi detaylıca anlattı.
"Biraz önce eşinize de dediğim gibi şimdilik bebeğiniz için yapılabilecek hiçbir şey yok. Bebeğin önce gelişimini tamamlaması lazım; yani gerçek kimliği ortaya çıkması için ergenlik yaşını doldurması gerekiyor. Bunun için sizlere sabırla beklemek düşüyor."
Genç adam, üst üste derin nefesler alıp verdi. "Ondan sonra doktor bey, ondan sonra ne olacak?"
"Önümüzde uzun bir süreç var. Tıp günden güne ilerliyor. Yeni yeni tedavi yöntemleri ortaya çıkıyor. Olmadı zamanı geldiğinde küçük bir operasyonla her şey hallolur..."
Genç adam acı acı gülümsedi, "Anlaşıldı hanım, biz gidelim..."
&&&
Biliyordum bu işte annemin hiçbir suçu günahı olmadığını ama ona bir şekilde dargındım işte. Şu an hiç kimseyi görmek ve konuşmak istemiyordum. Buna annem de dahildi. Kendimle baş başa kalmak, kendi iç dünyamla yüzleşmek istiyordum.
"Poyraz, benim arabam askerlik şubesinin önünde kalmıştı onu oradan gidip alır mısın? Giderken annemi de bir zahmet eve bırak!"
Annem gözlerime baktı ben başımı çevirdim. Poyraz, bir bana bir anneme bakıyordu. Benim anneme neden böyle davrandığımı sorgular gibiydi bakışları. Poyraz'da biliyordu ben anneme asla bu şekilde davranmazdım ama bu kez durum başkaydı.
Bu kez kalbim tuz buzdu. Bu kez bütün azalarım can çekişiyordu. Bu kez yaşayan bir ölüden farksızdım. Bu kez ruhum arafta kalmıştı. Bu kez bedenim arafta kalmıştı. Kısacası ben kimdim ve bundan sonra kim olarak yaşayacaktım?
Kahırlıydım. İsyanlardaydım. Hepsinden ziyade varlığımdan şikayetçiydim. İçimden geçenler beni uçurumun kıyılarına sürüklüyordu. İçimden geçenler kalbimi yerinden söküp avuçları arasında ufalıyordu.
Bundan sonra bana yaşamak haramdı. Bundan sonra ben kimin için ne için yaşayacaktım? Sadece karın tokluğu ve sırf yaşamış olmak için mi yaşayacaktım?
Söyleyin bana ne için yaşanır bu dünyada? Sever sevilirsin. Bir yuvan olur. Eşin çocukların olur. İşin olur. Uğraşın olur. Bir amacın olur. Bir hedefin olur. Bütün bunlar elinden alınırsa, ne olur? Hayatın tam orta yerinde çırılçıplak kalmaz insan İşte ben tam olarak şu an hayatın orta yerinde çırılçıplak kalmıştım. İşte ben tam olarak yaşamın çarkları arasında un ufak öğütülmek üzereydim hatta işlem başlamıştı bile....
Poyraz, sözümü ikiletmeyip annemi de yanına alıp hastaneden ayrıldı. Onlar gittikten sonra biraz düşünmek istemiştim ama bunu başaramamıştım, çünkü zihnimi bir türlü toparlayamıyordum.
Ben kendimle amansızca cebelleşirken hastane odamın kapısı tıklatıldı. Gelen Poyraz'dı ve nefes nefeseydi. Hiç ses etmeden gelip yatağımın ayakucuna ilişti. Uzun uzun beni süzdükten sonra kelimeler ervahından doğmaya başladı. "Neler oluyor ortağım, annen var diye bir şey de soramadım."
Gözlerimi hayali bir noktaya sabitleyip umursamaz bir dil kullanarak, "Boş ver!" dedim.
"Ne demek boş ver oğlum, sen benim kardeşimsin. Senin başına bir iş gelecek ve ben boş vereceğim öyle mi? Bunu aklın havsalan alıyor mu senin? Hem gelirken doktorunla karşılaştım hastaneden çıkabilir ama kendine dikkat etsin." dedi.
Poyraz, bana soru üstüne soru soruyordu ama benim konuşacak mecalim yoktu. Konuşmayı bir tarafa bırak kimseyi görmeye bile tahammülüm yoktu. Poyraz'ın yardımıyla toparlanıp hastaneden çıktık. Bu kez arabamı Poyraz, kullanıyordu. Yol boyunca hiçbir şey konuşmadık. Ara da bir Poyraz, benim yüzüme bakıp başını sağa sola sallıyordu.
Tam bizim sokağa gelmiştik ki Poyraz, ani bir manevra yaparak yön değiştirdi. Koluna dokunup, "Nereye?" diye sordum.
Beni tersler gibi konuşarak, "İşime karışma!" dedi ben de işine karışmayıp sustum. Esasında susmak biraz da işime gelmişti zira konuşacak mecalim yoktu.
Bizim mahallenin konumu zaten arka sokaklara düşüyordu. Mahalleyi çabucak geçip tenha yollara saptık. Biliyordum artık arkadaşımın beni nereye götürmek istediğini.
Çocukluğumuz Poyraz ile birlikte geçmişti... Ne zaman bir suç işlesek korkar altından sadece kış aylarında su akan köprünün altına gizlenirdik. Her defasında abim bizi kolayca bulurdu ama biz yine de orayı kendimize sığınak bellemiştik.
Poyraz, arabayı köprüye yakın bir yere park etti. "Oğuz Efendi, hadi bakalım in arabadan da biraz temiz hava al." dedi.
Hiç itiraz etmedim. Biliyordum ki, arkadaşıma ne kadar itiraz edersem edeyim kâr etmeyecekti, çünkü dediğim dedik biriydi kendisi. Ondan kurtuluşum yoktu yani. Küçük adımlar atarak biraz yürüdük. Poyraz, karşıma geçti ve gözlerini gözlerime dikti.
"Oğuz, sabrım taşıyor artık söyler misin bana neler oluyor? O gün askerlik şubesinde ne yaşadın ve neden annenin yüzüne bakmıyorsun?"
Utançtan mı yoksa gerçeği dile getirmenin zorluğundan mı bilmiyorum ama başımı öne eğdim. Üstelik kuruyan ağız boşluğum konuşmama müsaade etmiyordu. Usulca yutkundum, "Bilmiyorum arkadaşım, başıma gelen nasıl anlatılır bilmiyorum," derken.
"Oğlum çatlatma adamı da neler oldu anlat, yoksa Telli ile aranız mı bozuldu?"
"Telli ile aram bozuldu. Annem ile aram bozuldu. Yaşam ile aram bozuldu. Senin anlayacağın ben diye bende bir şey kalamadı dostum!"
Poyraz, benim isyankâr sözlerimi duyunca, olduğu yerde kalakalmıştı. "Şimdi bütün bunlar ne demek oluyor?"
"Ne demek oluyor ne demek oluyor," ben tekrar ettikçe dilime dolanıyordu sözcükler. Uğraşıyordum doğru sözcüğü bulabilmek için fakat bulamıyordum. Esasında cevap belliydi ama benim ağzımdan çıkmamak için inatlaşıyordu.
"Ben Oğuz, değilmişim!" Üç kelimeden oluşan bir cümle beni ne güzel özetlemişti. Yirmi yıllık hayatım üç kelimeye sığmıştı. Hayat ne kadar garipti, öyle değil mi?
Poyraz, yerdeki düz bir taşı gösterdi. "Sen otur bakalım şu taşın üzerine de bana her şeyi baştan anlat, çünkü benim kafam iyice karıştı."
Poyraz, bana sorular sordu ben ona cevaplar verdim. Ben bir çıkmazın içindeydim her şeyi anlatarak arkadaşımı da yanıma çekmiştim...
Tekrar arabaya bindik. Bu kez kimsenin gelip bizi bulmasını beklemedik. Sorular sorulmuş cevaplar alınmıştı. Yol boyunca hiçbir şey konuşmadık...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇIRAK
Teen FictionBelki bir rüyanın peşinden koşmak birçoğunuza saçma gelebilir ama insan sezgilerini görmezden gelemez✓ Eğer rüyalarınız sizi aşka çağırıyorsa mesafeler buna engel değildir✓ Aşk her zaman inanmaya ve yaşamaya değerdir✓ 15 Haziran 2019