🚘B.45.🚘

193 27 182
                                    

Merhabalarrr...

Nasılsınız çırak ailesi

Bakalım bu bölümde Oğuz bizlere neler anlatacak

Oy verip yorum bırakmayı unutmayın lütfen

Uyarı mesajımızı da verdiğimize göre bölüme geçebiliriz

"Her ayrılığın içinde bir kavuşma gizlidir. Öyle olmasaydı ayrılığa dayanır mıydı yürekler..."

Sami amcayla vedalaşmak için taksi durağına uğramıştım ama maalesef vedalaşmak mümkün olmamıştı çünkü müşteriye çıkmıştı. Taksi durağının sahibine; geldiğimi ama onu bulamadığımı söylemesini rica ettim. O da sağ olsun ricamı kabul etti ve muhakkak mesajını kendisine ileteceğini söyledi...

Yola koyulmuş şehrin görüntüsünü ardımda bırakmaya başlamıştım fakat içimde adını koyamadığım tarifi imkânsız bir boşluk vardı. Göğüs kafesim daralıyor nefes almakta zorlanıyordum. Ne hissedersem hissedeyim gitmem gerekiyordu. Ben buna mecburdum. Beni bekleyen bir ailem ve işim vardı. Ailemin bir parçası olan ustam, arkadaştan da öte can kardeşim Poyraz'ım vardı.

Gidiyordum lakin kalbim ve ruhum bu şehirde kalmıştı. Benimle birlikte giden sadece ruhsuz bir bedendi...

Evet, kalbimi ve ruhumu ardımda bıraktığım doğruydu çünkü tutunduğum küçücük bir umudum vardı.

Gece boyunca ne yapmam gerektiğini düşünmüş sonunda bir karara varmıştım.
Bana kaplarını açan bu aileye teşekkür amaçlı karınca kararınca hediyeler alacaktım. Niyetim cidden aileye teşekkürdü ama hediye alma fikrinin altında yatan asıl sebeb başkaydı. Telli ile iletişime geçebilmek.

Sanırım bunu kısmen başarmıştım...

Kendimce masum görünen bir karar almıştım fakat sorun tam olarak orada başlıyordu zira genç bir kıza ne tür bir hediye alınır bilmiyordum.

İşin garip tarafı henüz onunla duygusal manada bir diyaloğum da yoktu. Kabul, ona karşı yoğun duygular besliyordum. Hatta onun uğruna yollara düşmüştüm.

Sıra hediye almaya geldiğinde işin rengi değişiyordu. Sevgiliniz olsa ne alacağınızı az çok bilirsiniz.

Hiçbir şeyiniz olmayan bir kıza nasıl bir hediye alırsınız. Çok düşünüp sonunda ne alacağımı bulmuştum; zannımca genç bir kıza alınabilecek en güzel armağan buydu

Aile fertlerine küçük hediyeler alırken Telli'ye bir kitap aldım. Neden kitap, diye soracak olursanız eğer çünkü onunla iletişime geçmenin yegane yolu bir kitaptan geçiyordu. Kitabı aldıktan sonra hemen bir kırtasiye dükkânına girdim. Kırtasiyeden mektup kağıdı tükenmez kalem bir de zarf aldım.

Hiç vakit kaybetmeden sakin görünen bir parka gittim. Bulduğum ilk banka oturdum ve içimden geçenleri kağıda döktüm. Kağıdı katlayıp zarfa koydum zarfı da kitabın sayfaları arasına bantla tutturdum. Bantla tutturdum çünkü amacım hediye paketini ailesinin yanında açmaya kalkışırsa kazara mektubun yere düşmesini önlemekti.

Şimdi içimdeki umudun sebebini anlamışsınızdır..

Gözüm yolda aklım Telli'deydi. Acaba hediye paketini açmış mıydı? Eğer paketi açtıysa mektubumu görmüş müydü? Allah'ım içim içime sığmıyordu. Mektubumu okuduysa nasıl bir tepki verecekti. Kızacak mıydı, yoksa benim değersiz biri olduğumu mu falan mı düşünecekti. Benim dengesiz biri olduğumu düşünürse hiç şaşırmam...

Onunla ilk karşılaşmamız malum köprü-başında ve tatsız bir karşılaşmaydı...

Sonrasında tesadüfen evlerinde misafir olmuştum. Bu da yetmezmiş gibi olmadık yerde olmadık zamanda hastalanıp bayılmıştım...

Bütün bunların üstüne günlerce bana bakmışlardı. Peki, onların iyi niyetinde karşın ben ne yapıyordum? Kalkıp kızlarına yürüyordum. Evet, dış gözle bakıldığında bunun tek açıklaması buydu. Kızlarına yürüyordum.

Telli dengesiz biri olduğumu düşünmese bile kesin nankör biri olduğumu düşünürdü.

Yanlış yaptığımın farkındaydım farkında olmasına ama aşka susamış yüreğim de bahane kabul etmiyordu. Hele yenilgiyi hiç mi hiç kabul etmiyordu. Sizin anlayacağınız aşkın kurbanı olmuştum ve aşkım beni eyleme geçmeye zorlamıştı. Yenilmişti mantığım aşkın büyüsüne...

Şimdi tek umudum onun kara gözlerindeki duyguya sığınmaktı zira yapacak başka bir şeyim de kalmamıştı. Ben bir ömür keşkelerle yaşamak istememiştim. Bir şansım varsa eğer onu hayata geçirmek istemiştim, hepsi bu kadardı...

Saatlerdir yoldaydım ve düşünmekten beynim uyuşmuştu. Umutlarım tükettiğim her mesafede ardımda kalıyordu. Umutsuzluk esareti altına alırken bedenimi ruhum, karanlık zindanların demir mazgalları ardında çırpınıyordu.

Her şey buraya kadardı. Evimden nasıl yek (tek) başıma ruhum çırılçıplak çıktıysam yine ruhu çırılçıplak biri olarak yek başıma gerisin geriye dönüyordum.

Ben buydum işte...

Bir rüyaya aldanmıştım...

Bir insan bu kadar saf bu kadar ahmak olur muydu? Olurdu...

Bu, bendim işte...

Ne bekliyordum ki koşup kollarıma mı atılacaktı. Hepi topu üç gün gördüğü ve hiç tanımadığı bir yabancının duygularını ciddiye mi alacaktı. Ben onun yerinde olsam bir yabancının duygularını ciddiye alır mıydım? Kendi kendime sorduğum soruya cevap olarak 'hıh' diye dudak kıvırıp gülümsedim.

Büyük ihtimalle ciddiye almazdım... Güvenmezdim... Üç gün evimde kalıp sonra da kulağıma sevgi sözlerini fısıldayan bir yabancıya kanmazdım.

Of ya, resmen kendi ipimi kendim çekiyordum. Sakin ol Oğuz sakin, sende vur deyince öldürdün. Çıkmadık candan umut kesilmez.

İç sesimin telkin edici konuşması ruhumu teselli derken telefonumun tiz sesiyle irkildim. Bizimkilere yola çıktığımı haber vermiştim büyük ihtimalle arayan onlardan biriydi. Arabayı sağa çekip durdurdum. Tuşlu teflonumun minik ekranına baktım. Arayan bizimkilerden biri değildi ve numara yabancıydı.

Tanıdık olmayan numarayı açıp açmamak konusunda bir süre tereddüt yaşadım. Belki de arayan Sami amcaydı. Gerçi ben onun telefon numarasını kaydetmiştim. O arasa ismi gözükürdü. Ya nasip deyip bastım yeşil tuşa.

"Alo..." diye ses verdim. Telefon açıktı arayanın nefes alış verişini duyuyordum, ama konuşmuyordu. "Alo..." diye tekrar ses verdim. İkinci ses verişimden sonra kısık bir ses "Alo!" diye cevap verdi.

Sesin tınısı kulaklarımda çınlayıp avare gönlüme merhem olurken, dünya gözümde devleşti ve ben küçüldüm. Keşke şu an bir toz bulutu olsaydım, olsaydım da rüzgâra karışıp gerisin geri savrulsaydım. Mesafeler yok olurken gözümde varıp sevdiceğimin kirpiklerin asılı kalsaydım.

"Telli, sen misin?" diye sormak ihtiyacı hissetti bütün azalarım, duyduğu sesin kimliğini onaylatmak ister gibi. İnanmak gerçekten güçtü. Bu bir mucizeydi...

"Şey, ben merak ettim seni. Yolculuğun nasıl geçiyor diye sormak istedim. Bir tatsızlık yoktur umarım?"

"B-ben aramanı hiç beklemiyordum. Yani ben buna ihtimal dahi veremiyordum. Şey, ben iyiyim..." dedim.

"İyi olduğuna sevindim... Şey, ben tekrar ararım seni. Hoşça kal!" dedi ve telefonu kapattı.

Elimde telefon öylece kalakaldım. Ben telefona bakıyordum telefon bana bakıyordu. Bu bir rüya olabilir miydi? Bir çimdik attım koluma "ah" diye geri çektim. Ben rüya görmüyordum. Ben uyanıktım. Allah'ım şükürler olsun, âmin...

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin