🚘B.35.🚘

201 32 228
                                    

Merhabalar. Yine biz geldik.

Oğuz'un yolu bu kez nereye düşecek gidip okuyalım.

Yazmak benden ⭐ parlatmak sizden. Hadi bakalım neler olmuş görelim.

Bir süre metal korkuluğa sıkıca tutunarak köprünün altından köpürerek akan suyun akışını seyrettim. Oldum olası köprü üzerinden geçerken akan suya bakamazdım. Başım döner ve su beni içine çekiyormuş hissine kapılırdım lakin şimdi bu güzel manzaranın tadını çıkarmak istiyordum.

Kendimi suyun akışına öyle kaptırmıştım ki, alıp götürmüştü beni bilinmezlik diyarına. Suyun içinde çırpınan kız hâlâ oradaydı ve çırpınıp duruyordu. Tıpkı rüyamda olduğu gibi yine kararsızlık duygusuyla cebelleşiyordu her duyum.

Suya fazla baktığım için yine başım dönmeye başlamıştı. İstemsizce yumdum gözlerimi. Yumduğum göz kapaklarım ağır ağır açılmaya başladığında birkaç kez kapatıp açarak kırpıştırmak zorunda kaldım çünkü biraz önce suyun içinde çırpınıp duran kız yok olmuştu.

Ben rüyada değildim ve ayıktım, derin bir nefes alarak rahatlamaya çalıştım. Sırtımı nehirden tarafa döndüm ve köprünün korkuluklarına dayandım.

Akşamüstünün keyfini çıkarmak isteyen bir dolu insan gelip geçiyordu önümden. Hepsi de birbirine zıt simalardı. Rabbim ne güzel yaratıyordu; hiçbir insan bir diğerine benzemiyordu.

Küçük adımlar atarak yürüyen bir kız düştü görüş alanıma. Kızın her halinde bir başkalık vardı. Koyu renk uzun saçları, ince narin fiziği, salınarak yürüyüşü, her şeyiyle bir başkaydı işte. Başını öne eğerek yürüdüğü için koyu renk saçları yüzünü kapatmıştı o nedenle yüzünü pek göremiyordum.

Köprünün üzerine geldiğinde iki eliyle köprünün korkuluklarından sıkıca tutundu ve bir baş hareketiyle yüzüne düşen koyu renk saçlarını geriye doğru savurdu. Saçları yüzünü perdelemekten vazgeçince yüz hatları bütün ihtişamıyla ortaya çıkmıştı. Koyu renk çekik gözleri vardı. Yüzünün siması biraz "Japon" ırkına benziyordu.

Gözünü kırpmadan coşkun akan nehrin sularına bakmaya başladı. Benim çakralar açılmış tahminler üzerine tahminler yürütüyordum. Bütün bunlar yetmezmiş gibi gözümün gördükleri beynime yansımış ve beni alıp rüyalarıma götürmüştü. Yaşadığım anı rüya olarak mı yoksa ayık olarak mı, yaşıyordum gerçekten algılayamaz olmuştum. Zihnim bulanıktı ve bir dejavu yaşıyor gibiydim.

Kızın kendini aşağıya atma ihtimali beni gerdikçe geriyordu. İçimden kendi kendime telkinler veriyordum. Yapma, lütfen yapma. Hiçbir şey kendi canından daha değerli değil. Hiçbir şey için ölmeye değmez. İnsan değerli bir varlıktır. Allah'ın verdiği canı ancak Allah alır. Şuursuzca aklıma ne geliyorsa sayıyordum.

Kız hâlâ köprü korkuluğundan sıkıca tutunmuş ve gözlerini suya sabitlemiş olarak öylece duruyordu. Koşarak yanına gittim. Arkasına geçip kucaklayarak bileklerine yapıştım.

"Yapma, lütfen yapma!" diye uyarırken kız kollarımın arasında debelenmeye başladı.

"Bırak beni, bırak beni!" diye.

"Hayır, olmaz, bırakamam!" diye bir yandan cevap veriyor diğer yandan kızı hâlâ kucağımda tutuyordum.

Kız, "Bırak beni!" diye hareket ettikçe parfümünün hoş kokusu adeta ruhumu ele geçiriyordu. Bu parfüm kokusu bana tanıdık bir kokuyu hatırlatıyordu ama ne kokusu olduğunu çıkartamıyordum.

Kız çırpınıp dururken kollarımda, "Eğer beni bırakmazsanız şimdi sapık var diye bağıracağım!" dedi.

Kızın bu tepkisi beni hayal kırıklığına uğratmıştı; ne demekti sapık var? Ben onu kurtarmaya çalışırken o bana sapık diyordu.

"Ne sapığı ya, ben sizin hayatınızı kurtarmaya çalışıyorum," derken kollarımı biraz gevşettim.

Kollarımı gevşetmemle birlikte kız yüzünü bana döndü ve bastı tokadı.

"Sapıklığın adı ne zaman beri hayat kurtarmak oldu?" dedi geri geri adımlarken.

Ben yediğim tokadın acısıyla yüzümü buruşturdum. Yediğim tokat beni kendime getirmişti doğrusu.

"Amma da elin ağırmış?" derken yüzümün acıyan yerini ovuşturmaya başladım.

Etrafımızdan gelip geçenler durup ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

"Af-edersiniz, ben sandım ki..." diye açıklama yapacaktım ama kız hız kesmeden konuşuyordu. "Ne sandınız?"

"Şey, ben sandım ki siz kendinizi nehre atacaksınız."

Kız kahkaha atarak güldü. "Bende buna inandım. Yoksa bu yaptığın sapıklık yapmanın yeni bir yolu mu?" diye sorarken etrafımızda toplanan meraklı gözlere doğru döndü yönünü, "Ne bakıyorsunuz be, işiniz gücünüz yok mu sizin? Hayret ya, insanı bir rahat bırakmıyorlar," diye yakındı.

Kıza doğru bir adım attım, "Suç bende, bıraksaydım da atlasaydınız. İnsanlara iyilikte yaramıyor." dedim.

"Ne iyiliği be, sizden iyilik isteyen oldu mu?" diye şımarıkça yüzüme karşı çemkirdi.

Kız yerden göğe kadar haklıydı. Tanımadığın ve huyunu suyunu bilmediğin yabancı bir kıza ne diye yardım etmek istersin ki... Benimki de kafa işte. Ah aptal kafam, diye geçirdim içimden.

"Haklısınız istemediniz, ama ben hipnoz olmuş gibi nehrin sularına baktığınızı görünce öyle sandım."

Kızın sesinin rengi biraz yumuşamış gibiydi. "Bir daha sanrılarınızla hareket etmeseniz iyi olur. Hem benim kendimi nehre attığım falan yok. Neden böyle düşündünüz onu da anlamış değilim?" dedi ve önce saçlarını toparlayıp belinden aşağı salık bıraktı. Sonra kollarını birbirine doladı ve koltuk altlarına birleştirdi. Sırtını köprünün korkuluğuna dayarken hâlâ bakışları öfkeden çakmak çakmaktı...

"Ben geçenlerde buna benzer bir rüya görmüştüm. Sanırım rüyanın etkisinde kaldım. Gördüğüm rüyada bir kız kendini nehre atmış çırpınıp duruyordu. Niyetim sizi rahatsız etmek değildi, bunun için çok özür dilerim!" dedim.

"Hiç güleceğim yoktu. İnsan rüyasıyla hareket eder mi hiç? Gerçek başka rüya başka."

Çok doğru söylüyordu ben, rüya ile gerçeği birbirine karıştırmış ve de rezil olmuştum.

"Kusura bakmayın, yaptığım kabalık için tekrar özür dilerim."

"Bir daha anlayıp dinlemeden hareket etmeyin. Ben burada arkadaşımı bekliyordum. Karşıdaki markette alış veriş yapıyor. İki dakika nefes almak istemiştim; zaten zor çıkıyorum dışarıya."

Neden dışarıya çıkamadığını sormaya teşebbüs edecektim fakat, "Hah işte arkadaşım Şule' de geldi..." dedi.

Şule, bir yerlere yetişmek isteyen biri gibi yanımıza geldiğinde nefes nefese kalmıştı. "Merhaba çok beklettim mi?"

"Yok, bekletmedin. Birilerinin sayesinde vaktin nasıl geçtiğini anlamadım."

Şule, beni baştan aşağıya süzdükten sonra, "Kim bu arkadaş, beni tanıştırmayacak mısın?" diye sordu.

"Boş ver, hadi gidelim. Ben sana sonra anlatırım her şeyi," dedi arkadaşının koluna girerken.

Kızın yürüyüşüne ve endamına sanki bir yerlerden aşinaydı gözlerim. Ya sesi o daha da tanıdıktı. Köprünün girişinde bir taksi durdu. Taksiciye el salladılar ve binip gittiler.

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin