🚘B.32.🚘

207 32 235
                                    

Birçok bölümü geride bıraktık.

Bakalım Oğuz, küçük hayatına büyük dünyaları sığdırabilecek mi?

Yaşlı amca, dudaklarını yayarak gülümserken, "Geldim işte kızım, hem de yanımda bir tanrı misafiri getirdim," diye cevap verdi.

"Tanrı misafiri getirdin öyle mi?" diye soran kız yüreğimin umutlanmasına neden oldu. Birkaç adımda babasının kıyına gelip buruşuk yanağına bir öpücük kondurdu. "O kadar söylüyorum baba kendi başına dışarıya çıkma diye, ama sen yine başına buyruk hareket edip tek başına çıkıp gitmişsin."

Yaşlı amca böbürlenerek kızına cevap verirken, "Endişelenecek bir şey yok kızım. Eski toprağım ben bişeycik olmaz bana!"

Kızın üzerine giydiği dar kesim eşofman altı ve yarım kol tişörtü vücuduna tam olarak oturduğu için ince zarif fiziğini ortaya çıkartıyordu. Uzun kumral saçları gelişigüzel toparlanarak bir kalemle tepesinde tutturulmuştu.

Acaba diye geçirdim içimden...

"Haklısın babacığım da kimseye haber vermeden gidince ister istemez endişeleniyoruz."

"Kızım aklıma esti aşağı tarlaya bir bakıp geleyim dedim. Biliyorsun yürümek bana iyi geliyor. Hem bak kısmetimize bir Tanrı misafiri düştü."

Ufak çaplı mahcubiyet yaşayan genç kızın yüzüne hafif bir kızarıklık oturmuştu. "Hay Allah iyiliğini versin baba, seni merak etmekten misafire bir merhaba diyemedik."

"Tanrı misafirini benimle tanıştırmayacak mısın?" diye sorarken bakışlarını benim üzerimden çekip babasının üzerine sabitledi.

"Tanrı misafiri işte kızım, adını sorma gereği duymadım..."

Ayağa kalkıp üstümü başımı düzeltir gibi yaptım. "Oğuz benim adım, geziyorum!"

Nazikçe elini uzattı. "Tanıştığıma memnun oldum Oğuz. Bende Jale. Ziraat mühendisiyim." Cidden ilk defa evlerine konuk olduğum ve tanıştığım bu aile özellikle Jale, bana karşı çok sevecen davranıyordu. Onların sevecen tavırları tedirginliğimi üzerimden almış birazcık da olsa rahatlamıştım.

Bana gıptayla bakarak, "Oğuz Bey, demek geziyorsunuz? Bende çok severim seyahat etmeyi ama çok fazla gezdiğim söylenmez doğrusu."

"Neden? Bu konuda sizi engelleyen şey nedir?" diye sordum sanki kırk yıllık dostummuş gibi.

"Birçok neden var..."

"Anlıyorum!" dedim ama neyi anladığımı sorsan hiçbir fikrim yoktu. Bu sana katılıyorum demek gibi bi'şeydi.

"İki kardeşim daha var. Onlar Almanya da yaşıyorlar. Babam Almanya'dan emekli olunca buraya yerleşti. Burası onun doğduğu topraklar, geriye dönüp burada yaşamak istemesi onun en doğal hakkı, diye düşündüm. Biriciklerimi yalnız bırakmak istemediğim için bende buraya kök saldım işte," dedi ve gülümsedi.

Gülümseyince yanağında derin bir çukur oluşmuştu. Yanağında oluşan gamze bir insana ancak bu kadar güzel yakışabilirdi.

İçimdeki acaba sorularına engel olamıyordum. Acaba kaderim beni bu ücra köye çekip getirmiş olabilir miydi? Bunun altında nedenler aramam gayette normal değil miydi? Benim gözümden bakınca olabilitesi çok yüksekti. Ne de olsa ben kaderimin peşindeydim.

"Çok haklısınız insan bazen kaderini seçemiyor ama kaderin kendisi bizleri yönlendirebiliyor."

"Oğuz Bey, size hayranlık duymamak elde değil doğrusu. Kim bilir belki bir gün sıra bana da gelir. Bende her şeyi arkamda bırakıp vururum kendimi yollara."

"Her şeyin bir zamanı var kızım, o zaman gelmeden yaprak bile yerinden kımıldamaz. Nasip kısmet meselesi yani," dedi yaşlı amca.

"Yemek hazır!" sesiyle hepimiz aynı anda yaşlı teyzeden tarafa baktık.

Jale, "Hadi o zaman yemek masasına geçelim," derken annesini şımartmak istemiş olacak ki, "Güzelim benim sen, hangi ara hazırladın masayı?" diye sordu.

"Kızım siz sohbete dalmıştınız bölmek istemedim. Yemekleri sen pişirdin servisi ben yapayım dedim."

"Ben ellerimi yıkayabilir miyim?"

"Tabii" diyen Jale, önden yürüyerek bana yol gösterdi.

Onun her hareketini izliyor kendi içimde rüya kızının hareketleriyle kıyaslıyordum. Çünkü rüya kızının beden hareketleri ve ses tonu hafızama kazınmıştı. Sesindeki tını biraz benzerlik gösterse de saçları kumraldı. Oysa rüya kızının saçları koyu renkti.

Saç dediğinin rengi isteyince değişiyordu bunu biliyordum. Nereden biliyorsun Oğuz, dediğinizi duyar gibi oluyordum. Okulda bir kız arkadaşım vardı, kızın saçları koyu renkti. Geçenlerde yolda gördüm ve tanıyamadım. O koyu renk saçlar gitmiş yerine civ civ sarısı saçlar gelmişti.

Bu varsayımdan yola çıkacak olursak eğer her şey mümkündü.

Yemek faslı hoş sohbet içinde geçti. Yemeğin üzerine kahvemizi Jale, yaptı. O ne kahveydi öyle, rengi orta kavrulmuş üzeri bol köpüklü, hatırı insanın aklında kırk yıl kalacak lezzetteydi. Jale, ne zaman söze başlasa benim dilim lal oluyor; bakışlarım onun yüzünde tutuklu kalıyordu.

"Jale kızım, misafirimiz yol yorgunudur yatak hazırla!" diye uyardı yaşlı amca.

"Tamam, baba!" diyen Jale, yanımızdan ayrıldı. Gece ilerledikçe ruhum alev almış çıra gibi yanıyordu.

Hadi diyelim ki Jale, benim rüya kızı olsun. Yarın sabah ben buradan çekip gidecektim çünkü benin burada kalmak için bir sebebim yoktu...

"Yatak hazır baba!" sesiyle irkildim.

"Hadi çocuk, yatma zamanı. Buranın günü erken başlar. Bizde erken yatıp erken kalkalım," diyen yaşlı amcanın sözünü ikiletmedim.

Bana gösterilen odaya geçtim. Odanın içerisinde tek kişilik bir yatak, yatağın başucunda küçük bir komodin, komodinin üzerinde ise su dolu bir sürahi vardı. Yatağın karşısına konumlanmış iki göze gardırop ve bir elbise askılığı vardı. Odanın kapısından içeriye girer girmez sizi temizliğin eşsiz kokusu karşılıyordu. Yatağın üzerine serili çarşafın dokusuna sinmiş yumuşatıcının lavanta kokusu insanı mest ediyordu.

Yatağın üzerine bırakılan pijamaları giydim ve kendi evimdeymiş gibi uzandım. Göz kapaklarım kendini uykunun şekerine teslim ederken, ruhum çoktan rüya cennetine dâhil olmuştu.

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin