🚘B.54.🚘

174 19 99
                                    

Selâm, çıraklarım...

Beğeneceğiniz bir bölümle biz geldik.

Oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen<3

Üst katın merdivenlerini çıkarken annem ve Yasemin, sadece arkamdan bakmakla yetinmişlerdi. Yasemin konuyu biliyor muydu, hiçbir fikrim yoktu, ama bilmemesini yeğlerdim. Belki sizlere garip gelecek lakin utanıyordum. İnsan kendinden utanır mıydı? Ben utanıyordum işte. Bunca zaman bir erkek olarak yaşamıştım ve şimdi her şey bir anda tepetaklak olmuş ve ben kimliği belirsiz birine dönüşmüştüm.

Odamın kapısını açıp içeriye geçerken, sanki bir başkasının odasında giriyormuş gibi hissettim kendimi. Biliyorum aptallık bu ama öyle hissetmiştim işte. Üzerimi değiştirmeye gerek duymadan vücudumun bütününü yatağıma yüzükoyun bıraktım.

Boğulana kadar ağlamak, bağırıp çağırmak, her şeyi kırıp dökmek istiyordum fakat bunu yapamıyordum. Birileri karşıma geçer de neden yaptığımı sorgular diye çekiniyordum.

Hıçkırığımda boğulmak yerine sessizce ağlamayı seçtim. Kırıp dökmek yerine en kuytu köşeye çekilip gözden kaybolmayı seçtim.

Kendi ıssızlığımda saatlerce ağladım...

Hayat bu kadar mı acımasız bu kadar mı zalim olurdu? Bu kadar mı gaddar davranırdı insana? Felek çakmıştı sillesini yerle yeksan etmişti tüm varlığımı.

Yüzükoyun yatmaktan vücudum uyuşmuş nefesim kesilmişti. Kalkıp yatağın üzerine oturdum. Sonunda gün bitmiş odamın içi karanlığa boğulmuştu. Tıpkı kendi iç dünyam gibi. Sadece sokak lambasının cılız ışığı vuruyordu pencere camına. Ayağa kalktım perdeyi sıkıca kapattım.

Şimdi odam zifiri karanlığa boğulmuştu. El yordamıyla yatağımı buldum ve üzerine bağdaş kurarak oturdum. İçli bir nefesi havasız kalan ciğerlerime gönderirken dirseklerimi dizlerime dayayıp ellerimle yüzümü avuçladım. Bir şeyler düşünmeye çalışıyordum ama nafileydi. Sanki beynim boşalmış bir tür hafıza kaybı yaşıyor gibiydim.

Bir ara odamın kapısı tıkladı. "Oğlum, kaç saattir acı acına duruyorsun yiyecek bir şeyler getirdim, kapıyı açta vereyim."

"İstemiyorum!" diye cevap verdim.

Yatağıma uzandım, dizlerimi karın boşluğuma doğru çektim. Ellerimi çenemin altında birleştirdim. Saatlerdir ağlamaktan şişen gözlerim biber gibi yanıyordu. Acı çeken kalbimi susturmak adına ağlayan gözlerimi kendi perdesiyle örttüm. Yitik benliğimi boşluğa bıraktım. Belki uyursam unuturdum... Belki uyursam uyandığımda bir mucize gerçekleşirdi. Belki bir günde değişen hayatım başka bir boyuta geçerdi. Hayal dünyamda her şey mümkündü ama uyandığımda gerçekler asla değişmeyecekti.

&&&

Sabahın olduğunu kalın perdeden yansıyan aydınlıktan anladım. Saat kaçtı veya günün hangi vaktindeydim hiç umurumda değildi. Benim dünyam karanlığa gömülmüştü ve ben aydınlıktan kaçar olmuştum. Normal insanların aydınlık hayatlarını kıskanıyor da olabilirdim.

Bu bozuk psikolojiyle her şeyi düşünüyor olmam mümkündü. Kapım tekrar tıklatıldı. "Abi sana kahvaltı getirdim, kapıyı açar mısın?" Bu nasıl bir dünyaydı böyle? Bir gün içerisinde Yasemin'i bile değiştirmişti...

Yasemin, bana kapıyı açar mısın abi, diyordu.

Kız kardeşim acaba olanların ne kadarını biliyordu. Bir gün içerisinde değiştiğine göre bir şeyler biliyor olması olasılık dâhilindeydi.

Pek bir şey yeyip içmediğim için tuvalete gitme ihtiyacım da olmuyordu. Yeme içmeyi bir tarafa bırak, hiçbir şekilde açlık da hissetmiyordum.

"Oğuz abi açar mısın kapıyı, yemek getirdim." Yasemin benden her hangi bir cevap alamayınca isteğini tekrarlamıştı.

"İstemiyorum!" Sesimin ayarı baya yüksek çıkmıştı.

Yasemin'in pes edeceği yoktu. Pes etmediği gibi sürekli kapıyı tıklatıyordu. "Hadi abi kapıyı aç abi!"

Baktım Yasemin'den kurtuluş yok, "Tamam, kapının önüne bırak!" dedim. Gerçekten de hiçbir şey yiyecek durumda değildim.

Yasemin'in sesi kesilmişti. Sanırım dediğimi yapmış getirdiği yemeği kapının önüne bırakıp gitmişti. Uyuşuk vücudumu açmak için yataktan kalktım. Pencerenin önüne gelip durdum. Güneşlik ve tül perdeyi kullanarak iki kat perdeyle kapatmıştım pencere camını. Ellerim titreyerek perdenin ikisini birden açtım. Ellerim titriyordu çünkü dün sabahtan beri hiçbir şey yememiştim. Midem kendini besinlere kapatmış gibiydi.

Açlık ve çektiğim acının geri dönüşümü olarak ayakta duramıyordum ve dilim damağım kurmuştu. Çöl de yaşayan bir bedevi gibi susuzluktan yanıyordu içim. Belki onlar susuzluğa ve çöl sıcağına alışkın oldukları için benim kadar susamıyor olabilirlerdi. Ben daha yeni düşmüştüm çöl sıcağına, ondandı içimin yanıp susuzluk çekerek kavruluşu.

Pencerenin kanadını açtım. Tenime değen ılık rüzgâr kalbimdeki yanan ateşi soğutmuyordu ama nefesimi yenilemek azcık da olsa gergin vücuduma iyi gelmişti. Bu daracık odaya tıkılıp kalmaktan ruhum sıkılıyordu. Benim özgür ruhuma dar geliyordu bu üç-dört metrekarelik alan, ama dışarıya çıkmak insanlarla muhatap olmak da istemiyordum. İki arada bir derede sıkışıp kalmıştı duygu geçişleri yaşayan varlığım. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı, bilememekten dolayı bocalayıp duruyordum.

&&&

İkinci günümü de hiçbir şey yemeden içmeden geçirmiştim lakin açlığa alışan bünyem susuzluğa dayanamaz olmuştu. Bir galon su içsem içimdeki susuzluğu dindiremeyecek gibi hissediyordum. İkinci günün gecesi benimle birlikte matem yaşayan hanemiz sessizliğe gömülmüştü. Herkesler uykudaydı ama benim gözümü uyku tutmuyordu. Susuzluk yakıp kavurmuştu iç organlarımı.

Yatağımdan kalktım kapımı sessizce açtım ve merdiveni inerken parmaklarımın ucuna basarak yürüyordum. Alt kata inince doğruca mutfağa yöneldim. Mutfağın lambasını yakmak istemedim. Zaten sokak lambasının ışığı kısmen aydınlatıyordu içerisini. Buzdolabının kapısını açtım ve bir şişe suyu bir dikişte içtim. İkinci şişeyi yanıma almadan önce bir dikişte içerek boşalttığım su şişesini tekrar doldurup yerine koydum.

İndiğim gibi sessizce merdivenleri geri çıktım. Odama geçtim ve kapımı arkamdan kapatıp elimdeki su şişesini komodinin üzerine koydum. Bir dikişte içtiğim su midemin sancılanmasına neden olmuştu. Midem sancılandıkça uykum da kaçmıştı.

Balkona yöneldim ve balkon kapısını gıcırdatmadan açtım. Bir yılan sessizliğinde dışarıya çıktım. Gece benim aksime dingindi. Ellerimi balkon korkuluğunun soğuk metaline bastırdım. Ellerime değen metalin soğukluğu kollarıma doğru yayıldıkça vücudum ürperiyor beynim karıncalanıyordu. Bir taraftan da içtiğim su midemden geçerek katre katre bünyeme dağılmaya başlamış, bu da fiziken kendimi daha iyi hissetmeme yaramıştı. Tabii midemin sancısı da aza inmişti.

Fiziken rahatlamıştım ama ruhum hâlâ isyanlardaydı. Sıktıkça sıkıyordum balkon korkuluğunun soğuk metalini, sanki yaşadıklarımın hıncını soğuk metalden çıkarmak ister gibiydim. Parmaklarım acıyordu ama ben sıkmaya devam ediyordum. Kaybettiklerimin acısı hafızamda yenilendikçe, daha da güçlü sıkıyordum; avuçlarım arasındaki soğuk metali.

"Kahretsin neden ben? Neden ben? İnsanlar rahat yatağında mışıl mışıl uyurken neden ben acı çekiyorum? Neden kaybeden hep ben oluyordum? Neden? Neden?" diye kendi kendime sorular sordukça hırslanıyor, hırslandıkça da balkonun korkuluğuna vuruyordum.

Bir an geldi balkonun korkuluğuna vurmaktan yorulan kollarım yanlarıma düştü. Nefes sayım sıklaşmaya başladı. Bacaklarım vücudumu taşıyamaz oldu ve kayarak yere yığıldım. Açık havada olmanın avantajını kullanarak burnumdan derin nefes alıp kademeli olarak ağzımdan geri veriyordum. Bir süre sonra bünyem sakinleşmişti ama bu kez de gerilen sinirlerim boşalmış yerini gözyaşlarına bırakmıştı. Ağladım, ağladım... Tan yeri ağarıncaya kadar ağladım...

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin