🚘B.51.🚘

170 21 87
                                    

Merhabalarrr...
Ben hatırlatma yapmasam da sizlerin beğenip yorum yapacağını biliyorum.

∆∆∆

"İyi akşamlar Oğuz, mesajını yeni gördüm. Malum akşam yemeği hazırlığı vardı."

Cevap olarak gelen mesaj beni bulutların üzerine savurmuştu. Okudum. Okudum. Okudum.

Öyle ki; okumaktan fırsat bulup da yazmayı akıl edememiştim.

Hey..Alo..Şapşala bak..Aptala bak..Üşengeç misin sen..Kız cevap bekliyor...
Cevap diyorum cevap..Yazmayacak mısın?

Tabi ya yazmak... Ben onu tamamen unutmuştum. Tam yazmak için eyleme geçecektim ki sanki kal gelmiş gibi kilitlendim kaldım. Parmaklarıma kramp girmiş kıpırdatamıyordum.

Kramp giren parmaklarımı hareket ettirmek adına birkaç kez yumup açtım. Peşinden sesli bir nefesi höykürerek dışa üfledim.

"Nasılsın?" Sonunda bir kelime de olsa yazabilmiştim.
Çok geçmeden cevap geldi.

"İyiyim, ya sen?"

Telli'den cevap gelince saniyeler içinde bambaşka birine dönüşüverdim. Parmaklarım klavyenin tuşları üzerinde dans etmeye başlamıştı. "Ben mi? Ben tarifi imkânsız duygular içindeyim. Şu an bulutların üzerinde uçuyorum."

İlk mesaj... Bir sonraki mesaj ve devam eden mesajlar...

Biz birbirimizi bulmuştuk ve geceler bizimdi artık. Gece yarılarına kadar mesajlaşıyorduk. Sabahları uykusuzluktan gözlerim balon gibi şişmiş olarak kalkıyordum.

Umurumda değildi. Ben aşıktım. Mutluydum. Huzurluydum. Seviyordum.
Üstelik daha dün gece ona seni seviyorum diye yazdım. Biliyor musunuz o da beni seviyormuş...

Ben rüya kızımı bulmuştum ve birbirimizi seviyorduk! Onu ardımda bırakıp geleli tamı tamına sekiz gün olmuştu. Elbette sürekli  mesajlaşmıyorduk. Sesini duymak istediğim zaman  insanlar kendi kabuğuna çekilip yorganın altında girince biz yorganın altından çıkıyorduk.

Bulduğumuz kuytu köşelerde birbirimizin sesini dinliyorduk.

Onun sesi huzurumdu. Onun sesi gecemin ninnisiydi. Onun sesi rüyalarımın masalıydı. Bütün masallar gibi gece sona erince benim masalım da sona eriyordu. İşte bundan sebep geceler hiç sona ermesin sabaha varmasın istiyordum.

Konuşmaya başladığımız her gece olduğu gibi bu gece de zamansal kavram bir hayali ilerlemiş olmasına rağmen biz telefonu yeni kapatmıştık. Onsuz kaldığım her dakika nefessiz kaldığımı hissediyordum. İçim yanıyordu. Yatağımdan çıktım ve penceremin bir kanadını açtım. Gece sessiz ve dingindi. Nefesimi yeniledim. Başımı gökyüzüne çevirdim. Geceye göz kırparak parlayan yıldızlarda onun suretini aradım. Onu sordum gecenin matemine. Kulağıma fısıldayan rüzgâr; o çok uzaklarda dedi bir kez daha yandım...

Kendi başlattığım yangınımı kalbime gömüp çaresizce odama geçtim ve uykusuzlukla harmanlanmış başımı usulca yastığa bıraktım; tıpkı bir sevgilinin dizlerine koyar gibi. Sessizce yumdum göz kapaklarımı bir sevgilinin koynuna saklanır gibi. Issız bir koya sığınır gibi.

&&&

Açık unuttuğum pencere camından esen sabah meltemi tül perdeyi havalandırırken "şıkırtılı" sesler çıkarıyordu. Odamın içerisine yayılan serin hava gözlerimi açmama neden olmuştu. Elim alışkanlıktan olsa gerek hemen komodinin üzerindeki telefonuma uzandı.

Saate baktım...
Neredeyse işe geç kalıyordum. Eyvah, diye geçirdim içimden.

Ben bugün işe değil askerlik şubesine gidecektim. Kendimi hızla yataktan dışarıya attıktan sonra hemen banyoya geçtim ve alelacele elimi yüzümü yıkadım. Odama geçip üzerime ağır oturaklı kıyafetler seçtim. Merdivenleri birer ikişer atlayarak indim.

Annem kaşları çatık karşıladı beni. "İyi ki kalkabildin oğlum, bir saattir seni kahvaltıya bekliyorum. Kaç defa Yasemin'i gönderdim seni uyandırması için ama bir türlü uyanmak nedir bilemedin."

Yasemin, gerçekten beni uyandırmak için odama gelmiş miydi? O geldiyse ben neden uyanmamıştım? Sanırım kapıyı tıklatıp gitmişti. Kime çektiyse bu kızın üşengeçliği...

Tamam. Biliyorum. Bana çekmiş...

Yasemin'in gözlerine imayla baktım. "Ne bakıyorsun be?" diye çemkirdi.

"Yasemin, acaba kaç kere geldin odama da ben uyanamadım? Eğer uyandırmak için odama kadar geldiysen ben neden uyanamadım? Hadi itiraf et Yasemin, beni uyandırmak için hiç uğraşmadın." 

"Tamam ya, kapıdan seslendim. Gecenin bir yarısına kadar uyanık gezersen uyanamazsın tabii!"

Kız haklıydı. İlk defa Yasemin, haklıydı. Uykusuzluk güçlü bir morfin gibi hayatıma girmiş ve beni bir zombiye çevirmişti lakin sevgiliyle geçirilen her saliseye değerdi.

"Tamam, Yasemin. Ben bu sabah seninle hiç uğraşamayacağım," dedim ve siyah zeytinden bir tane alıp ağzıma attım.

"Oturup da yesene oğlum, arkandan atlı mı kovalıyor?" dedi annem.

"Anneciğim arkamdan atlı kovalamıyor ama bugün ben askerlik şubesine gideceğim; malum yoklama için."

Ben askerlik şubesi dedim annemin yüzü yine düştü ve derin bir iç çekip rahatlamaya çalıştı.

Siyah zeytinin ardından bir dilim domatesi de attım ağzıma. Somun ekmekten bir parça koparıp arasına bir dilim de peynir sıkıştırdım. "Hadi ben çıkıyorum hoşça kalın!" dedim ama annemden çıt çıkmadı. Koridora geldiğimde vestiyerin önüne terliklerimi çıkardım ve ayakkabılarımı elime aldım. Son lokmayı ağzıma atarken, "Neyin var anne?" diye sordum.

"Hiiç" derken omuz silkti.

Sokak kapısını ayağımla açtım. Sokak kapısından iki metre kadar uzak mesafeye park ettiğim kızım bana günaydın Oğuz, der gibi bakıp gülümsüyordu. Mecazen tabii...

Kırmızı elbiseli kızıma bende günaydın güzelim, deyip kapı kulpuna abandım.

Arabamı çalıştırdım ve yola koyuldum. Açık konuşmak gerekirse şubeye giderken biraz heyecanlıydım. Kafamın içinde olmadık senaryolar dolaşıyordu. Hadi paşam, seni hemen askere alıyoruz derlerse ben o zaman ne yapardım? Olur, mu olurdu...

Tabii bütün bunlar kafamın içinden geçen senaryolardan ibaretti.
Yoklamaya çağırıp hemen askere almazlardı her halde.

Gerçi babam rahmetli hep anlatırdı; annemden önce başka bir kıza âşık olmuş.
Gençlik aşkıymış. Tabii o zamanlar çok genç olduğu için henüz evlilik planları yapıyormuş. Önce işini düzenini kurup öyle çıkmak istemiş kızın karşısına. Babam düzen kurmak için çabalarken sevdiği kızı bir başkasına vermişler. Tabii babam buna çok üzülmüş, günlerce yememiş içmemiş fakat çok geçmeden askerlik yoklaması gelmiş. İşte oracıkta bir karar vermiş. Sevda acısı o kadar yakmış ki içini memleketi terki-diyar eyleyip askere gitmeyi yeğlemiş. Şubeden gelir gelmez toplamış tası tarağı askere gitmiş...

Ben kendi kendime senaryolar yazıp çizerken askerlik şubesinin önüne kadar gelmiştim bile. Herkeste mi böyle oluyordu bilmiyorum ama ben çok heyecanlıydım. Askere gitmek demek adam olmak demekti. Askere gitmek vatana olan borcunu ödemek demekti. Askere gitmek gerçek anlamda hasretliği ve özlemi tatmak demekti...

İçeriye geçtim ama benim önümde baya sıra vardı. Sıranın uzunluğuna bakılacak olursa bana ancak akşama sıra gelirdi. Ne yapalım el mecbur bekleyecektik.

Saniyeler, dakikalar ve de saatler sonra sıra nihayet bana gelmişti. Tam muayenem bitmiş ve ben tecil işlemlerimi yaptırmak için hazırlanıyordum ki, adım anons edildi. Askeri doktor olan komutanın kapısı önünde beklemeye başladım. Kapı açıldı adımı sorup beni içeriye aldılar.

Komutanın hafiften kırlaşmış saçları, tıraşlı ve pürüzsüz bir yüzü vardı. Yaşı gereği köşeli alnında çizgiler oluşmuştu. Yüzüne ciddi bir ifade takınıp, "Adın Oğuz mu?" diye sordu.

Komutanın yüzündeki ciddi ifade dolayısıyla beni tedirgin etmiş içime tuhaf hisler doluşmuştu.
Kırçıl saçlı ve babacan görünümlü komutan konuşmaya başlamadan önce başını olumsuz anlamında sağa sola sallarken dudaklarını birbirine bastırıp dışa doğru kıvırdı. "Üzgünüm Oğuz, sen askerlik yapamazsın!"

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin