🚘B.29.🚘

231 34 220
                                    

Selâm, çıraklarım.

Yine biz geldik.

Oy verip yorumlar yapmayı unutmayın lütfen:D

Nedendir bilmem ama abim ikinci uykusunu çekerken beni hâlâ uyku tutmamıştı.

Korkuyor muydum? Sanırım evet... Hem korkuyor hem de tedirginlik duyuyordum. Birazcık da kaygılı olabilirdim.

Korkum yoluma ne gibi engellerin çıkacağını bilmemektendi. Kaygım, büyük ihtimalle rüya kızını bulamayacak olmamdandı.

Tedirginliğim ilk defa evden uzaklaşacak olmam ve dışarıdaki dünyayı bilemiyor olmamdan kaynaklıydı.

Evet, amacım gezip görmekti ama aynı zamanda içimdeki korkuları da yenmekti.

Beni asıl yoran şey ise hayata karşı deneyimler kazanırken karşıma çıkacak olan bilinmezlik ve bilinmezliğin getirileriydi.

Sonunda zihinsel ve bedensel yorgunluktan bitap düşmüş sabaha karşı ancak uykunun şekerine teslim edebilmiştim kedenimi.

Uyumayı başarmıştım ama çok istediğim halde rüya görmeyi başaramamış
her zamankinin aksine tertemiz bir uyku çekmiştim.

Burnuma dolan kokuya bakılacak olursa bu sabah benim gibi erken uyanan birileri daha vardı. Bu kez hiç üşenmedim hatta koşarak indim alt katın merdivenlerini.

Mutfağın kapısı önüne geldiğimde başımı içeriye doğru uzattım.
"Prensesler, kolay gelsin. Börek-çörek kokusu bütün evi sarmış."

"Prenses" derken özellikle Yasemin'i kastetmiştim.

Biraz suratsız görünse de sabah erkenden kalkmış benim için börek hazırlamıştı. Bu inanılmaz bir şeydi... Bence bunu tarih yazmalıydı...

Ben mutfağa girince Yasemin, sanki içimden geçenleri okumuş gibi, "Hiç öyle bakma yüzüme, her şeyi annem hazırladı. Ben sadece uykudan uyanmayı başardım!" dedi.

Bu, kız katıksız deli ya... Erken uyandığı için seviniyordu resmen. Tabii ilk günden mucize beklemek vizyonsuzluk olurdu. Erken kalkmış olması bile bir mucizeydi zaten.

Yasemin'in yanına yaklaştım ve en sevmediği şeyi yapmak üzere girişimde bulundum.

Bizim kız, saçının karıştırlmasından hiç haz etmez, hatta nefret ederdi. Toplayıp dağınık topuz yaptığı saçlarına parmaklarımı geçirip karıştırmaya başlayınca, "Gıcık" diyerek ani bir refleksle başını geri çekti.

Yasemin, ani bir hareketle başını geriye doğru çekmek isterken buzdolabına çarpmıştı...

Şaşkınım benim, "Ah başım!" diye çarptığı yeri ovalarken "Manyak mısın sen?" demeyi ihmal etmedi.

İşte tam da o esnada bizim evin her kerpicinde yankılanan "gonk gonk" sesleri duyuldu.

Yasemin, sesin başını çarptığı buzdolabından geldiğini sanırken ben, aşinası olduğum sesi tanımaz olur muydum hiç? Tanırdım elbette... Bu, ses benim kırmızı elbiseli kızımın sesiydi.

Annem, "Tövbe bismillah!" çekip işaret parmağını ikiye katlayıp damağını kaldırdı. Ben, hemen mutfağın pencere camına koştum. Küçük dantel perdeyi iki parmağımın arasına sıkıştırıp bir çırpıda açtım. "O da ne?"

Ustam ve Poyraz bir de dünyanın en şirin kırmızı elbiseli kızı kapının önüne park etmiş bana göz kırpıyordu. "Seni seviyorum güzel kız!" diye geçirdim içimden.

Alacağınız olsun dostlarım, yine yaptınız yapacağınızı ve yine hedefi on ikiden vurdunuz.

Kapı önünden gelen şamatayı duyan annemde cam kenarına gelmişti. "Hadi çağır dostlarını da hep beraber ağız tadıyla bir kahvaltı yapalım!" dedi.

Yasemin'in tepkisel olarak verdiği cevap aynen buydu: "Of ya, ne gerek var!"

O'nun tek derdi kendisine iş çıkmasındı...

Şu an kendimi bir filmin başrol oyuncusu gibi hissediyordum; resmen koptum. Haksız mıyım ama? Benim neyim eksik başrol oyuncusu esas oğlandan?

Kapı önünde duran siyah plastikten imal edilmiş terliği ayağıma geçirdim ve hemen dışarıya çıktım.

"Hoş geldiniz, annem sizleri kahvaltıya bekliyor," derken ustamın elini öpmeyi ihmal etmedim çünkü ustam benim için baba yarısıydı.

Kahvaltı masasında her ne kadar keyifli görünsem de yediğim lokmalar boğazıma diziliyordu. İnsan bazı isteklerini gerçekleştirirken diğerlerini feda etmesi mi gerekiyordu?

Şu an yaşadığım hisler tam olarak buydu. Hayalim gerçekleşiyordu ama dostlarım arkamda kalıyordu. Onları çıkartıyordum hayatımdan. Kırmızı arabam hayatıma girmişti ama dostlarım çıkmıştı. Bu bana adaletsizlik gibi gelse de ben onları tamamen çıkartmıyordum ki, hayatımdan.

İçime sızan olumsuz duyguları bertaraf etmek isterken kendi kendime hayıflandım. Onlar her zaman kalbimde ve benimle olacaklar. Onları hayatımdan çıkartmam için önce kalbimden söküp atmam gerekiyordu; bu da mümkün değildi.

Hayatıma kattığım her yeniye yüreğimin köşesinde küçük bir alan açabilirdim zira birini bulunca diğerini ötelemek yoktu benim genlerimde. Ben bunu başarabilirdim. Herkese yüreğimde bir köşe ayırabilirdim. Nasıl olsa yüreğini geniş tutmak insanın kendi iradesinde olan bir şeydi...

İçsel döküntülerimden kurtulup yola çıkmak için hazırlık yapmam gerekiyordu. Yoksa hindi gibi düşünüp durursam siddi sene bu yolculuğa çıkamayacaktım.

Annemin önceden hazırladığı yollukları orta boy sırt çantama koydum ve yanıma bir de not defteri aldım. Gezip gördüklerimi yazmak istiyordum. Nihayet veda zamanı gelmişti. Hep beraber kapı önüne çıktık. Yasemin'in elinde bir sürahi su, annem ve dostlarımın gözlerinde nem vardı.

Benim yüreğimin gümbürtüsü arşı aladan duyulabilecek kadar sesli atarken "güm güm" diye işi biraz şakaya vurayım dedim.

"Yasemin, arkamdan su dökecek kadar beni sevdiğini bilmezdim!"

Umarsızca omuz silken bizim kız, "Of ya, annem tutuşturdu elime. Yola çıkınca arkandan su dökecekmişim! Ne alakaysa?" dedi.

"Anladım Yasemin!" dedim.

"Neyi?" diye sordu. "Beni çok sevdiğini!" dedim.

"Saçmalama!" dedi.

Fırsattan istifade saçlarını karıştırdım. "Of ya, uzak dur benden!" dedi.

Sarıldım. "Iyy" dedi.

Öptüm yanaklarından. "Abi!" dedi sarılmama karşılık olarak kendisi de sarılırken. Sanırım, Yasemin'in içinde bir yerlerde hâlâ masum kalan bir çocuk vardı.

Hoşça kalın dostlar ilk durakta görüşürüz...

ÇIRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin