Buradayım tatlım...
Ensemden tüm vücuduma yayılan ürperti zaten karanlık olan odaya inat gözlerimi sıkıca kapatmama neden oldu. Kemikli parmaklar boynumu sardığında çığlık atmak için açılan dudaklarım birkaç inilti zor çıkarabilmişti.
Parmaklar sıkılaştığında hissettiğim yoğun baskının beraberinde acının gelmesi gerektiğini biliyordum. Kulağıma fısıldayan ses de benden acıyı hissetmemi talep ediyordu.
Hissedebiliyor musun? Bunu hisset... Her noktanda acıyı hisset küçüğüm.
Kadının nefesini yüzümde hissetmeye başladım. Kendimi zorlayarak korkuyu bir kenara bıraktım ve gözlerimi açtım. Beklediğimin aksine karanlık bir oda karşılamadı beni. Ellerim de kalın bir halatla bağlı olmaktan çok uzak, çarşafıma tüm gücüyle tutunmuştu.
Bir süre kendime izin verdim, soluklanmak için. Bu kâbuslardan gördüğüm sayısız güne açmıştım gözlerimi. O yüzden üzerimdeki etkisini kolay atlatacaktım, biliyordum.
Neden bu çirkin rüyalara mahkum olduğumu tam kestiremesem bile işim yüzünden diyerek tüm soru işaretlerini zihnimin arka taraflarına iteliyordum. Çok süslü bir meslek olmasa da -meslekten sayılır mı ondan bile emin değilim gerçi- gizlilik gerektiryordu. Ayrıca gördüğüm cesetleri, bir parçası olduğum vahşetleri de hesaba katarsak üç beş kabus kaçınılmaz oluyordu.
Dediğim gibi en azından ben öyle düşünüyordum.
Kendimi banyoya attım. Az önceki korkmuş ruh halimin kalıntıları git gide silikleşiyordu. Yüzüme su çarpmak yerine kısa bir duş almaya karar verdim. Yaklaşık on beş dakikanın ardından mutfaktan gelen gülüşmeleri önemsememiş, kendimi salona atmıştım. Dün geceden kalan abur cubur paketlerimi büyük bir memnuniyetle kucağıma aldım ve izlediğim dizinin rastgele bir bölümünü yeniden açtım.
Keyfimin yeni yeni yerine geldiği dakikalarda televizyonun önüne geçen iri beden görüş alanımı kapattı. Jongin'in bu hareketini anlandırmaya çakışmak yerine cips paketini karıştırdım. Paketin bitmiş olması daha da tadımı kaçırdı. Bakışlarım yavaşça dikkatimi çekmek için salladığı eline sonra da yüzüne kaydı. Sinirle solumasına anlam verememiş, onu anlamaya da çalışmamıştım. Ne diyeceğine kulak kesildim.
"Birkaç haftadır yeterince tembellik yaptığını düşünmüyor musun?"
Sehpaya uzattığım ayaklarımı çekip dirseklerimi dizlerime yasladım. "Aslına bakarsan hayır? Benden iş istiyorsunuz ben de yapıyorum. Kalan zamanımı nasıl değerlendirdiğim bana kalmış."
Bana doğru atılan adımla tek kaşımı kaldırdım. "Bununla ilgili bir sıkıntın mı var Jongin?" Konuşmak için araladığı dudakları içeri adeta koşarak giren Minseok ile geri kapandı.
"Tamam çocuklar. Yine evi birbirine katmadan dağılın. Jongin sen yukarı çık hadi, onunla ben konuşurum."
Bakışlarını yüzümde birkaç saniye daha gezdirdikten sonra ağır adımlarla üst kata çıktı. Ben de koltukta biraz daha yana kayıp Minseok için yer açtım. "Bunları yemen ya da zamanını nasıl geçirdiğin hiçbirinin umurunda değil ufaklık. Senin dahil olduğun herhangi bir şeyde minicik bir aksaklık yaşansın... İşte o zaman boku yersin."
Doğru söylüyordu. Bizim sektörde hataya yer yoktu. Sonuçta büyük isimlerin, büyük pisliklerini biz temizliyorduk. Tahmin edeceğiniz gibi ismimiz perde arkasında dönenlerin yanında önemsiz bir ayrıntı olarak kalıyordu. Yok olsak kimsenin ruhu duymazdı.
Ama bunların hiçbirini umursamıyordum.
Üşengeçtim ben. Bu yüzden kucağıma yeni bir cips paketi çekerken onu onaylayan birkaç garip ses çıkarmak dışında bir hamlede bulunmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Darkness | Byun Baekhyun
FanfictionGeceye değil gün doğumuna bir şarkı mırıldandı benim için. Unutulsun istemedim sesi, bende kapadım gözlerimi. Sesiyle bana eşlik ederkense gök gürledi. Sesini gölgeleyen çığlık önce onu susturdu sonra da bana unutturdu...