Yüzüme çarpan güneş ışıklarıyla gözlerimi açtım. Akşam saçlarımı doğru düzgün kurutmamıştım ve uyku pozisyonum da pek doğru olmadığından boynum ve başım çok ağrıyordu.
Doğrulup kendime gelmeye çalıştım. İlk farkettiğim şey üzerimdeki bornoz olmuştu. Ben bununla mı yatmıştım?
Kendimi yataktan attım ve kıyafetlerimi giydim. O sırada odamın fazla havasız kaldığını farkedip pencereye yöneldim. Camı açtım ve temiz havayı içime çektim. Çok güzel bir sabahtı. Kuşların ötüşleri kulaklarımı dolduruyordu.
Ama bekle bir saniye. Bu sesler fazla yakın gibiydi. Dikkatle etrafıma bakındım. Fakat normalden farklı bir şeyle karşılaşmadım. Ses kesinlikle yakın bir yerden geliyordu.
Son olarak aşağıya baktığımda sesin tam duvarın dibindeki çalılıklardan geldiğini farkettim. Gerçekten de bir kuş ötüşü duyuluyordu yaprakların arasından. Acaba orada mı kalmıştı?
Hızlıca odamdan çıkıp çalılıkların oraya vardım. Onun sesini tekrar duymak için kulak kesildim. İşte duyuluyordu. Diz çöktüm ve çalıların arasında bir arayışa başladım. Birkaç dakika geçmeden onu buldum ve dikkatle elime aldım.
Bu bir serçe yavrusuydu. Fazla küçük değildi ama yetişkin de sayılmazdı. Tüyleri kabarık kabarıktı.
Durmadan cikliyordu.
"Sorun nedir minik?"
Ellerimi tüylerinde gezdirdiğim sırada elime bir miktar kan geldi. Kanadı ve gövdesi yaralıydı.
Kuşu özellikle ellerimi yanlarına siper ederek güneşin altında tutuyordum. Hava sıcak değildi ve üşümesi iyi olmazdı.
Boşta kalan elimi cebime götürüp telefonumu çıkardım. Ardından Erik'i arayıp durumu anlattım.
"Ah, bu çok kötü."
"Yakınlarda bildiğin bir veteriner var mı?" diye sordum.
"Evet, bir klinik biliyorum. Ama yerini tarif edebileceğimi sanmıyorum. Birkaç dakikaya yanında olurum."
"Tamam, acele et." Telefonu kapattım ve minik kuşu avuçlarım arasında tutarak en yakın ağacın dibine ve Erik'in beni görebileceği bir noktaya oturdum.
Elimdeki yavrunun tüylerini yavaş yavaş okşuyordum. Çok geçmeden Erik görüş alanıma girdi. Kuşu bir elime aldım ve diğer elimle yerden destek alarak ayağa kalktım.
"Hadi, hemen gitmeliyiz. Kanıyor."
Başıyla onayladı ve hızla çıkışa doğru ilerledik.
Onun hakkında çok endişeleniyordum. Bir süreden sonra yürüyüşüm koşmaya döndü. Öyle ki veterinere vardığımızda nefes nefese kalmıştım. Aslında eğitimim için koşuyordum ve buna alışkındım ama kısa mesafe olmasına rağmen elimdeki küçük canlıya bir şey olacağı düşüncesi ödümü koparıyordu.
Hızla klinikten içeri girdik. Bilgisayarın başında oturan bir kadın -sanırım sekreter- kayıt yaptırmamız gerektiğini söyledi. Ama ben durumun acil olduğunu izah ettiğimde içeri geçmeme izin verdi. Zaten kalabalık da değildi.
Veteriner adam yaklaşık on dakika onu inceledi, röntgen çekti ve bazı notlar aldı.
"Haberler fena değil. Ölmeyecek ve bu kağıtta yazan ilaçları her gün üç defa birer damla olmak üzere almalı. Yaralarına gelirsek, iyileşecektir fakat uçabilme ihtimali yok denecek kadar az. Ona sen bakacaksın değil mi?"
Başımı aşağı yukarı salladım.
"Güzel. Yemeğini eksik etmemeye çalış. Asla ama asla bir yerden düşmesine ya da ona zarar verebilecek hayvanların olabileceği ortamlarda durmasına izin verme. Eğer söylediğim her şeye uyarsan sağlığına kavuşacaktır. Ama dediğim gibi uçma olasılığı çok az."
"Borcum ne kadar?"
"Para vermene gerek yok. Yapman gereken şeyi yaptın. Hala sizin gibi insanlar olduğu için şanslıyız. İyi günler, hanımefendi."
Gülümsedim ve ben de ona iyi günler dileyip serçeyi elime alarak odadan ayrıldım.
Erik'le birlikte yolda yürürken nazik bir biçimde tüylerini seviyordum.
"Sana çok iyi bakacağım."
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.